Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun faiz toplantısı yaklaştıkça yine aynı yere döndük. Şüphesiz ortadaki tartışmaların iktisadi bir tarafı var. Fakat gömleğin ilk düğmesini yanlış ilikleyince, gerisi de öyle geliyor.
Gömleğin ilk düğmesinin tercümesini de Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi belirledi. Verdiği bir röportajda, daha önce de defaten dile getirdiği ve iktidardaki tüm aktörlerin durup durup söylediği bir cümleyi yeniden paylaştı.
Zeybekçi, faizlerin yatırım yapılabilir oranda olmadığını ifade etti. Doğru mu; doğru. Yemin etseniz başınız ağrımaz. Lakin röportajı yapan meslektaşımın bu söz üzerine bir sual daha yöneltmesi gerekiyordu. Diyecekti ki, tek engel faiz mi?
İşte meselenin bam teli de, ısrarla tartışılmaktan kaçınılan boyutu da bu. Yani ülkede son derece uygun bir yatırım iklimi var da, reel sektör mü kaçınıyor? İç piyasada ithal ürünlerle yarışabilecek pozisyonu var da, yatırım yapmaktan mı imtina ediyor?
Dünyada büyüyen bir pazar yapısı mevcut ve ihracat pazarlarında önemli bir yükseliş söz konusu da Türk reel sektörü yüksek faizler yüzünden mi yatırım yapmıyor. Geri borç ödemesinden yeni kredi kullanımına kadar finansman bulmakla daha önemlisi, bulduğu finansmanla yatırım ve üretim yaptıktan sonra bunu satmakla ilgili sorunlar yok mu?
Üreticinin girdi maliyetleri, tüketici fiyatlarının çok çok üzerinde artmıyor ve reel sektör zaten kısıtlı olan sermaye erimesi sorununu yaşamıyor mu? İstihdam üzerindeki maliyetler, jeopolitik riskler, daralan iç ve dış pazar, sürekli potansiyel müşteri ile kavgaya neden olan politikalar etkili değil mi?
Dünya Ekonomik Forumu’nun 2016 – 2017 dönemine ilişkin Küresel Rekabet Raporu’nun sonuçlarına bir göz atalım. Türkiye 138 ülke arasında: Kurumsal yapılanmada 74’üncü, altyapıda 48’inci, sağlık ve ilköğretimde 79’uncu, yüksek öğretim ve iş başında eğitimde 50’inci, mal piyasaları etkinliğinde 52’inci, pazar büyüklüğünde 17’inci, inovasyonda 71’inci, işgücü piyasalarında 126’ıncı, makroekonomik ortamda 54’üncü, mali piyasaların gelişmişliğinde 82’inci, teknolojik hazırlıkta 67’inci ve iş dünyasının yetkinliğinde 65’inci, tüm bunların ortalamasında da 55’inci sırada.
Bunun üzerine doldurulamayan kapasiteleri, düşen kazançları, artan girdi ve işçilik maliyetlerini, uzayan vadeleri, şüpheli alacakları, iktisadi ve siyasi riskleri, açık pozisyon nedeniyle kendi özelinde de, ülke genelinde de büyüyen dolar ihtiyacına paralel yükseliş eğilimini ve birçok faktörü koyun. Şimdi bunların hiç biri gerekçe değil, yüksek faiz tek başına sebep öyle mi?
Faizin ne kadar ekonomik hesaplarla yüksek olduğu tartışılır ama, önemli olan faizi düşürseniz de para kazanılmayan ortamda kimin bir çılgınlık yapıp yatırım yapacağıdır? Reel sektör ekonomi yönetiminden akıllı. Bence ekonomi yönetimi de topu taça atmayı bırakıp, tek sebebin faiz olmadığını itiraf etmeli. Belki bu sayede sorunla yüzleşip, çözüme geçeriz. Yoksa devamı salt hamaset.