Türkiye genelindeki israfın tespit edilebilmesi amacıyla bir araştırma yapıldı. Araştırmayı yaptıran Gümrük ve Ticaret Bakanlığı; talimatı veren Bakan Bülent Tüfenkçi…
Bakan Tüfenkçi çıkan sonuçları değerlendirirken israfın önlenmesi, alışveriş öncesi liste yapılması gibi bir dizi önerileri paylaştı. Haklı mı? Haklı… Türkiye’de çok ciddi bir tüketim bilinçsizliği olduğunu biliyoruz.
Lakin araştırmada ortaya çıkan bulgular, öyle ilginç mesajları veriyor ki, normal şartlar altında önce bu alarmı doğru okumak gerekiyordu. Oysa Bakan Tüfenkçi’nin dikkatini, hanehalkının yüzde 40’ının harcamalarını arttıracağı bulgusu daha çok çekmiş ve gereksiz harcamalardan imtina edilmesi gerektiğini söylüyor.
Ben de Bakan ile aynı fikirdeyim. Türk tüketicisinin bu konuda bilinçlendirilmesinin de önemli olduğunu düşünüyorum. Ancak diğer sonuçlara göz atmakta fayda var. Çünkü sonuçlarını yorumlamayacaksanız, araştırma yapmanın da bir anlamı yok.
Araştırmaya göre Türk vatandaşının yüzde 86,4’ü son bir yıl içinde tasarruf yapmadığını, yapabilenlerin de gelirinin beşte birini ayırdığını gösteriyor. Bu, geçim sıkıntısının ve gelir probleminin haykırdığı bir bulgu. Ama okunup, geçildi.
Gelelim tasarruf eğilimli yüzde 13,7’lik orana… Bunun yüzde 20’si TL ve döviz birikimini, yüzde 77,2’si de altınını evde saklıyor. Bu, Türkiye’de bankacılık sistemine güvenilmediğinin en net göstergesi. Ama okunup, geçildi.
Hanehalkının yüzde 55’inin kredi ve kredi kartı borcu var. TÜİK 2017 Mayıs açıklamalı istatistiklere göre, 2016 itibariyle ülkemizdeki hane sayısı 22 milyon 206 bin 776, ortalama hanehalkı büyüklüğü 3,5 kişi. Bu, dört işlem hesabıyla 42 milyon 746 bin kişiyi aşkın bir nüfusun borçlu olduğunu gösterir. Ama okunup, geçildi.
İş kredi kartıyla bitiyor mu? Hayır… Çünkü aynı araştırma toplumun yüzde 60’ının giderinin gelirinden fazla olması halinde yakınlarından borç aldığını gösteriyor. Yani rakamlarda gözükmeyen zincirleme bir borç yapısı daha var. Bu, olası batığın bir haneden daha fazlasını olumsuz etkileyeceğinin sinyalini veriyor. Ama okunup, geçildi.
Yine yere göğe sığdırılamayan bireysel emeklilik sistemiyle tasarrufu seçenlerin oranının sadece binde 8 olduğu görülüyor. Bu, insanlara özel sektöre ait bir ürünü, kamu gücüyle zorla satmamanız gerektiğini anlatıyor. Ama okunup, geçildi.
Peki vatandaş nasıl tasarruf yapabilir? Bakan Tüfenkçi’nin önerileri var. Ama bence sokaktaki adam, laf kalabalığını bir kenara atarsak bunun yanıtını da vermiş. Yüzde 80’i aylık giderlerinin azaltılması için fatura giderlerinin azaltılması gerektiğini söylüyor. Bu, anlatıldığı gibi yurttaşın israftan değil, dolaylı vergilerle fahiş noktalara getirilen faturalarla zor duruma girdiğini haykırıyor. Ama okunup, geçildi.
İşin özü şu… Bakan bence çok doğru bir iş yapmış ve israf ile ilgili bir araştırma için kolları sıvamış. Ülkede israf var mı, var. Ama israfı önlemek vatandaştan değil, kamu yönetiminden geçiyor. Çünkü balık baştan kokar. Örnek olması gerekenler israf içindeyse, sokaktaki insanı disiplin altına alamazsınız.
Lakin bundan daha önemlisi, başka niyetle yapılan araştırmadan, bambaşka değerli veriler ve sokağın nabzı çıkmış. Fakat kimsenin anlamaya niyeti yok.
İngiliz Şair Lord Byron’un çok güzel bir sözü vardır. Der ki: “Siz kendiniz meseleyi anlamadıkça, onu başkasına anlatamazsınız.” Bilmem, anlatabildim mi?
Çok komik, bu herhalde dikkati asıl israfın olduğu alanlardan başka tarafa çekmek için yapılmış bu araştırma. Oysa yapılan yatırımların tümü plansız programsız olduğundan büyük bölümü israf. 1960’lar da Kore ile aynı seviyelerdeydik şimdi neredeyiz?
Devlet önce kendine bakmalı, “İsraf haramdır” derken dünyanın en müsrif devleti olarak vatandaştan tasarruf beklemek, “sen harcama ben savuracağım” demekten başka bir anlama gelmez.