Zeytinlikler ile ilgili darağacı kararı şimdilik durduruldu. Açıklamaya göre konu tekrar komisyona gönderildi. Öncelikle 4 bin TL verenin zeytinağacı katletmesi riski karşısında derin bir nefes aldık. Ama bunun burada kalacağı konusunda tedirginim.
Çünkü altı kere itiraza rağmen konuyu gündeme taşıyanların, sekizinci denemeyi yapacağından şüphem bile yok. Her şeye rağmen umarım sağduyu hakim olur ve bir daha bu çılgınca konuyu tartışmak zorunda kalmayız.
Fakat elbette takip etmekten vazgeçmeyeceğimiz bu konudaki tartışmalarda, Başbakan Binali Yıldırım’ın ‘zeytin mi, tesis mi önemli’ yaklaşımını unutmamak gerekir. Bence çarpık yaklaşımıyla Türkiye’nin ekonomi tarihine kazınacak bir söz.
Öylesine çok ders çalışmamız gerekiyor ki, kaş yapayım derken göz çıkarmaktan vazgeçelim. Elbette bunun için de eğitimden vizyona bir dizi özelliği de bünyemize katmamız gerekiyor.
Çünkü Anadolu’ya gittiğinizde tesis merakının da ne kadar samimi olduğu konusunda şüpheler duymaya başlıyorsunuz. Bir ülkenin öyle ya da böyle gerekçelerle varlık içinde nasıl yokluk çektiğine şahit oluyorsunuz.
Edirne’ye gidiyorsunuz Saroz’da turizmden Antalya’nın anlaşıldığını görüyor, dalış turizmine neden kafa yorulmadığını sorguluyorsunuz. Ankara’ya gidiyorsunuz, kentin AVM cehennemi haline dönüştürülmüş halini görüyorsunuz.
Antalya’ya yolunuz düşüyor; mevcut bir fuar alanı varken, kentin göz ardı edilerek nasıl bir Expo fırsatını kaçırdığına şahit oluyorsunuz. Adıyaman’da ekonomiyi berbat edenin terör değil, yanlış teşvik politikaları ile öldürülen tekstil gücü olduğuna şaşırıyorsunuz.
Ordu bir cennet ama doğasının kıymetini bilmek yerine 1 milyon turist çekme arzusuyla doğayı tehdit eden hayallere şahit oluyorsunuz. Tokat’ta 3 milyon 200 bin yaşında Ballıca Mağarası ortada dururken, ile sadece yılda 80 bin turist gelmesiyle kahroluyorsunuz.
Doğu Anadolu’nun hayvancılıkla öne çıkması gereken illerinde başka bölgeden et ihtiyacının karşılanması aklınızı kurcalıyor. Tesis veya ekonomi bir bakış açısının eseridir. Kuru kuruya lafla ya da söylemle ortaya çıktığınızda ancak içi boş binalar yaratırsınız.
Son gittiğim il Iğdır… Buradan bir örnek vereyim de tesis kavramı konusundaki çarpıklığa siz de şahit olun. Tuzluca Mevkii’nde Tuz Mağaraları’na gittim. Doğa üstü bir güzellikti; lakin içeride bir tesis kurulmuş. Tuzları parçalayıp, torbalayıp satıyor. Tek yaptığı bu…
Toplasanız 15 kişi ya çalışıyordur ya çalışmıyordur. İş sağlığı ve güvenliği de hak getire… Buranın sahibi basın mensuplarını karşısında görünce ‘Sayın Cumhurbaşkanımız’ diyerek başladığı sözlerini teşekkürle sürdürüp, buranın ekonomiye nasıl kazandırıldığını anlatmaya girişiyor.
Şimdi bu bir tesis değil mi? Tek bir firma, içerideki tuzu parçalayıp parçalayıp satıyor. Bazıları bunu alkışlayacaktır. O zaman mukayesesini yapalım. Öğreniyoruz ki bu mağarının aynısından bir tane de Nahçivan’da var. Orada ne yapmışlar dersiniz?
Mağara astım başta olmak üzere birçok hastalığa iyi geldiği için sağlık turizmine uygun tesis haline dönüştürülmüş. Hesabı siz yapın. Tuzu söküp satmak mı, yoksa verilen nimetle doğaya uygun, kalıcı ve sürdürülebilir bir ekonomi yaratmak mı? İşte bizim tesisten bile anladığımız bu. Varın gerisinin hesabını siz yapın.