İstanbul Ticaret Odası Başkanı İbrahim Çağlar, Türkiye’nin üretimi hatırlaması gerektiğini söyledi. Daha da net bir örnek verdi. ‘Pazara çıkın, dikiş iğnesi bile Çin’den ithal ediliyor” dedi.
Buraya kadar her şey normal. Ama değerlendirme yaparken “Üreticimiz sanırım biraz tembelliğe alıştı” vurgusu, insafsızca ve amacını aşan bir ifade olarak ortaya çıktı. Durum hiç de Çağlar’ın dediği gibi değil.
Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan da Adana’daki konuşmasında kredi derecelendirme kuruluşlarına yüklendi. Yunanistan’ı örnek gösterip, ‘komşumuz batık, bizden daha iyi notu var’ diye serzenişte bulundu. Aslında ‘neden’ sorusunu sorsa, yanıtını da kendisi verebilecek. Ama tespitin ötesine gidilmiyor.
Bu tespiti aktardıktan sonra Cumhurbaşkanı’nın takip eden ifadesi geldi: “Ben sanayicimize güveniyorum.” Bu da güzel ama yetmez. Ben de diyorum ki sanayiciye güvenelim elbette ama bu güveni sergilemek için çok geç kalmadınız mı?
Buradan tekrar İbrahim Çağlar’ın tembellik vurgusuna dönmek gerekiyor. 2003 yılında o dönem görev yaptığım Expochannel’daki Reel Piyasalar programıma konuk olan Valfsel firmasının o dönemki Genel Müdürü Muzaffer Zeren şöyle demişti:
“Çin’den gelen armatürün satıldığı fiyata ben ana maddeyi satın alamıyorum. Herkese buradan çağrım şu: Kim, hangi ülkede çalışmak istiyorsa, o ülkenin malını kullansın.” Aslında naif bir sitem ve ekonomi politikası beklentisiydi.
Cumhurbaşkanı’nın belirttiği güven o tarihlerde gösterilip, planlı bir şekilde, dünyada parasal genişlemenin avantajından da yararlanarak üreten bir Türkiye yaratmamız gerekiyordu.
Ama bizler tarımdan sanayiye ‘veririz parasını alırız dışarıdan malı’ gibi bir anlayışla sakat bir ekonomi zihniyetine kapılıp, borç parayla ithal mal alıp, geri kalanıyla da inşaat dikip onunla büyümeye çalıştık.
O yıllardan beri filmin sonunun bu noktaya geleceğini söyleyip, uyaran gazetecilerden biriyim. Fakat yıllarca üreten Türkiye talebiyle ortaya çıktığımızda, işbilmezliğimizden başlayan bir hakaret silsilesinde bize etmedikleri lafı bırakmadılar.
Çağlar, üyeleriyle konuşsa bu işin tembellikten değil, çaresizlikten olduğunu görecek. Fakat bu tehlikeli. Çünkü bu tespiti yaptığı anda üyesini suçlamak yerine, ekonomiyi buraya getiren müsebbibi aramaya başlaması gerekiyor. O zor, bu nedenle vur abalıya…
Geçtiğimiz çarşamba gününden beri Ayakkabı Moda Fuarı’ndaydım. İtalya ile rekabet eden, ihracatta deri mamulleri kalemi içerisinde yarıdan fazla dış satımı sağlayan, ama sorunlar içinde boğuşan bu sektörün mensuplarıyla konuşmalıydınız.
Temsil edenleri bir kenara bırakırsak, üreticinin nasıl yaşam mücadelesi verdiğini görmeniz gerekirdi. Türkiye yıllarca üreteni, ürettiğine o kadar pişman etti ki, üretim yapanı o kadar güçten düşürdü ki, şimdi üretelim desek bile ortadaki sorunları halletmeden sürdürülebilir bir fotoğraf yakalamak zor.
Hırdavattan tekstile, boyadan ayakkabıya aklınıza gelebilecek bütün sektörlerde aynı sıkıntı yaşanıyor. Ayrıca sektörlerin gerçek üreticilerinin zaman içerisinde yıpranması ya da ithalata mecbur bırakılması ile dışarıdan meslek dışı girişlerin yaşandığı ve bunların birçoğunun da sanayici, sektör ya da meslek kaygısı taşımadığını görüyoruz.
Gerçek üretici, çılgınca halen üretmenin derdinde. Fakat bu fotoğraf içerisinde sadece güvenerek ya da İTO Başkanı gibi faturayı onlara keserek bu işin içinden çıkamazsınız.
Çünkü sorunu yaratan ekonomik modelin mimarları halen yetkiyi elinde bulunduruyor ve daha kötüsü herkesi sindirmiş, kimsenin gerçekleri söylemesine izin vermiyor; daha da kötüsü yıllarca yaptığı hatanın farkında değil, masadaki soruna suçlu arıyor.
Sözün özü şu ki, reel sektörün yıllar içinde hataları, öngörüsüzlükleri ya da kıramadıkları alışkanlıkları olmuş olabilir. Ama onlar tembel değil. Çaresizce çıkış yolu arıyorlar ve yetkililer de, onları temsil edenler de konuşmaktan başka bir şey yapmıyor. Kredi ve teşvikler mi diyeceksiniz? Gidin sorun bakalım; aldığınız yanıtlar ne olacak?