Ekonomi Gazetecileri Derneği olarak İMES yönetimiyle birlikte gerçekleştirdiğimiz ‘Ekonomi Sohbetleri’nin konuğu İstanbul Sanayi Odası Başkanı Erdal Bahçıvan’dı. Açıkçası gerek dünyanın, gerekse Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun net bir farkındalık ile İSO Başkanı tarafından yorumlanması beni umutlandırdı.
Zamanlaması biraz tartışılsa da, yıllarca yapılan hataların büyük bir samimiyetle ortaya konulması, sorunlarla yüzleşilmesi, bundan da önemlisi çözüm için akıl yoruluyor olması beni ümitlendirdi. Çünkü ancak kabul ettiğiniz bir problemi çözebilirsiniz.
Fakat tüm konuşması içerisinde İSO Başkanı’nın bir kaç defa dönüp vurgu yaptığı bir başlığın ciddi anlamda gündeme taşınması gerektiğini düşünüyorum. Milli finansman… Yapılan analizde bu ihtiyacın şiddetini arttırarak hissedilmesi, hem dünya ekonomisinin 100 yıl önceki koşullara döndüğünün anlaşılmaya başlandığını, çözümün de Atatürk dönemindeki Milli Kalkınma Projesi’nde görülmesi gerektiğini anlatmaya başladığını gördüm.
Elbette İSO Başkanı meseleyi bu çerçeveden görmedi. Ama sorunun da, çözümün de, gelişmelerin de bizi bu noktaya götüreceğini herkes görmeye başlayacak. Sık sık söylerim ya, ‘bir gün Türkiye Atatürk’ü sevmenin ötesine geçip, ne yaptığını, ne anlatmaya çalıştığını daha çok anlayacak.’ Sanırım o sürece hızla geliyoruz. Zaten biz gelmesek de dünyadaki gelişmeler bizi iteliyor.
İSO Başkanı Bahçıvan’ın anlattıklarından görüyoruz ki ülkede sanayi her şeye rağmen yapılıyor. Hatta Bahçıvan “Paranın bizi daha iyi kazançlar için cezbettiği adresler varken, biz aynı ruhla ısrarla üretmeye devam ediyoruz” diyerek de bunun altını çizdi. En önemlisi de 15 yıl boyunca finansı doğru kullanmadığımızın altını net bir şekilde çizdi.
Bahçıvan “Bu kadar büyük hedefleri olan ve her zaman güçlü durmak zorundaki Türkiye’nin, sanayi toplumu olmak, üretmekten başka çaresi yok” vurgusu da önemliydi. Elbette sözlerinden anlıyoruz ki, sanayici bunu bilgi ekonomisiyle birlikte okumak durumunda olduğumuzun farkında.
Ülke ekonomisi içerisinde sanayinin aldığı payın yüzde 15’lerde olmasının sıkıntılı bir gösterge olduğunun üzerinde dururken, bu payı arttırmayı yeni üretim alanlarıyla yapmamız gereğinin altının çizilmesi önemliydi.
“Milli bir finansman modeliyle sanayinin desteklenmesi lazım. Dünyada bu alanda özerk bir finansman anlayışı var” sözleri de esasen çözümün nereden geçtiğini adreslendiriyordu. TSKB’nin yapılandırılması, modernize edilip bu yapıya dönmesi talepleri de kritikti.
Yine tespit ve belki de biraz itiraf olarak nitelendirilecek sözlerden biri de şuydu: “Üretim süreçlerindeki her operasyonu yapıyoruz ama finansmanı yönetemiyoruz. Bu konuda profesyonel yardım almaktan da imtina ediyoruz. Geldiğimiz noktada 7 yılda kazandığımızın yüzde 52’sini finansman giderlerine harcadık. Bu sene sanırım bu oran yüzde 70’leri vuracak.”
Ne kadar net değil mi? Bu arada kamuoyunda zaman zaman dile getirelen ‘neden yurtdışından borçlandınız’ sorusuna da esprili bir gönderme geldi. İbrahim Tatlıses’e atıfta bulunarak “Urfa’da Oxford vardı da biz mi okumadık” cümlesini sarf etti ve sanayicinin o süreçte içte para bulamadığı için yurtdışından borçlandığını tekrar hatırlattı.
Yine çözüm önerilerinde planlamaya ve insan kaynağına yaptığı atıfların da önemli olduğunu düşünüyorum. Şimdi İSO Başkanı’nın bu yaklaşımına bazıları hemen şunu söyleyecek: Bu çağda milli finansman mı olur? Elbette olur. Zaten o olmayan şeyler sadece bize olmuyor; dünyada geri kalanımız yapıyor.
Peki nasıl olur? Bunun yanıtını da önceki yıllarda 10 günlük yazı diziyle kaleme aldığım ‘Ekonomik Kurtuluş Savaşı Projesi’nin milli finansman başlıklı makalemin ilgili bölümünü sabrınızı zorlayarak ve hatırlatarak vereyim.
“…Finans bağımsızlığı için, milli bankaların, milli tasarruflara önem vermesi ve milli sanayilere düşük faizli ve uzun vadeli krediler olarak yönlendirilmesi gerekiyor. İhtisas Bankası konumunda Türkiye Teknoloji Bankası’nın kurulması şart… Teknoloji Fonu’nun oluşturulması ve ithal teknoloji yoğun ürünlerden alınacak fonların, teknoloji yoğun üretim yapan milli sanayilere Türkiye Teknoloji Bankası aracılığıyla yönlendirilmesi lazım.
Milli Banka’nın elbette ki tepesindeki kurum Merkez Bankası… Ama asıl dönüşümü sağlayacak olan kamu bankalarının revize edilmiş halleri olacak. Mevcut kamu bankalarını yeniden yapılandırmakla işe başlanabilir. Türkiye İş Bankası, Ziraat Bankası, Türkiye Teknoloji Bankası, Türkiye Çevre Bankası ile Uluslararası Yatırım ve Kredi Bankası’nı konuşmak gerekiyor.
Yeni yapılanmada Ziraat Bankası’nın, Halk Bankası’nın ve Vakıflar Bankası’nın, sadece emekli maaşı ödemesi yapan şubelerinin Sosyal Güvenlik Kurumu’na devredilmesi mümkün. Ziraat Bankası’nın modern tarım, sebzecilik, modern meyvecilik ve modern hayvancılık konularındaki projeleri inceleyecek, değerlendirecek ve özellikle köy kooperatifleri ve birlikleri destekleyecek ‘ihtisas bankası’ haline dönüştürülmesi uygun olacaktır. Tıpkı Almanya’daki Raiffeisen Bank gibi…
Halk Bankası’nın, Türkiye Teknoloji Bankası adı ile, teknoloji yoğun sanayi ürünlerini üretecek ve pazarlayabilecek yatırımcıların projelerini inceleyecek, değerlendirecek ve destekleyecek bir ‘ihtisas bankası’ haline dönüştürülmesi fayda sağlayacaktır.
Vakıflar Bankası’nın da, Türkiye Çevre Bankası adı ile, çevre teknolojileri konularında üretim yapacak firmalarla, bunları kullanacak yerel yönetimleri ve sanayilerin projelerini inceleyecek, değerlendirecek ve destekleyecek ‘ihtisas bankası’ haline dönüştürülmesi gerekecektir.
Eximbank’ın, Uluslararası Yatırım ve Kredi Bankası adı ile dış pazarlarda yapılanması ve dış ticaret ile dış yatırım projelerini inceleyecek ve kredilendirecek bir ‘ihtisas bankası’ haline dönüştürülmesi yarar getirecektir.
Peki ya İş Bankası? Bu bankada Atatürk nedeniyle CHP’ye ait olan hisse Atatürk Vakfı kurularak buna devredilebilir. Bu yüzdeye düşen pay ile Atatürk Bilim ve Teknoloji Yarışmaları ile ödülleri organize edilebilir. Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Türk Hava Kurumu ve Türk Kızılay’ı bu vakfa bağlanabilir. Vakfın kuracağı Atatürk Teknoloji Üniversitesi ise ülkeye yepyeni ufuklar açacaktır. Bu üniversitede sadece Mekotronik mühendisliği, robot mühendisliği, laser mühendisliği, ışık/ışın mühendisliği, uzay/uydu mühendisliği, optik mühendisliği, genetik mühendisliği, finans mühendisliği ve benzeri dallar olmalıdır.
Bankaların mevcut yapıları içerisinde sadece kredilerin farklı alanlara yönlendirilmesiyle bile birçok şeyi yapmanın mümkün olduğu bu projede alenen ortada. Peki ekstra kaynak ihtiyacı olmayacak mı? İşte bununla ilgili de iki öneri.
Hazine Müsteşarlığı, nama yazılı, üzerinde TC kimlik numarasının da bulunduğu Milli Kalkınma Projesi Kalkınma Fonu çıkaracak. Her bir kupon 10 TL değerinde olacak. Yıllık yüzde 10 faizli bu fon, bankalar ve çeşitli kuruluşlar tarafından pazarlanabilir. Tahmini olarak ayda 50 milyon adet bu fondan satmak mümkün. Elbette fonun nerede kullanıldığını da, bir yatırıma yönleneceğini ve sahibine de para kazandıracağını vatandaşa çok iyi anlatarak… Bu fonlar aynı zamanda istendiğinde bozdurulabilecek ya da nama yazılı olduğu için teminat kabul edilebilecek. Toplanan para ayda 500 milyon, yılda 6 milyar TL eder. Peki bu 6 milyar TL nerede kullanılacak? Bunu da örneklendirelim. 6 milyar TL ile:
Birinci yıl ortalama birim maliyeti 20 milyon TL olan, 300 adet Koç-Ata çiftliği benzeri çiftlikler kurulabilir. Bu çiftliklerin istihdama katkısı 300 bin kişi olacak ve buradaki üretimle yılda 3 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirmek mümkün.
İkinci yılda toplanacak miktar ile birim maliyeti 1 milyar TL olan 6 tane organize teknoloji bölgesi kurulabilir. Trakya, Marmara, Ege ve Akdeniz’de organize teknoloji bölgeleri, Karadeniz ve Doğu/Güneydoğu Anadolu’da da Organize savunma teknoloji bölgeleri….
Üçüncü yıl toplanacak parayla bölgenin lojistik üssü organize edilecek. Hava, deniz, demiryolu ve karayolu, fuar merkezi, turizm merkezi, sağlık merkezi, eğitim merkezi…
Yine 10 TL’lik ‘özel’ anapara garantili kazı kazan çıkarılabilir. Bunun geri ödemesi 1 yıl sonra yapılacak. Yani mevcut kazı kazanda boş çıkınca atılıyor. Bunlar atılmayacak ve 1 yıl sonra tahsili yapılabilecek. Bundan da ayda 20 milyon adet satılması mümkün. Bunun aylık getirisi ise 200 milyon TL’dir. Ortaya çıkan kaynak milli tasarruf olarak temin edilmede önemli yol aldıracaktır.
Özetle Türkiye isterse kaynağını bulabilir. Tıpkı 1923’te demir kumbaralara biriken tasarruflarla kurulan ve bugün yok pahasına satılan tesisleri yarattığı gibi. Öncelik milli banka ile milli tasarrufu yaratmak olmalıdır…”