Konutta yeni kampanya Türkiye’nin gündemine oturdu. Stokları tüketmek için aranan çareye, sunulan olanaklara tek tek baktığınızda anlaşılması gereken en önemli başlık, stokları ederi değil, değeri üzerinden kamuya finanse ettirecekleridir.
Esasen inşaat, özelleştirme adı altında ülkede Cumhuriyet tarihi boyunca ne var ne yok satan bir iktidarın iç çelişkisi oldu. Önce dünyanın konusunda en yetkili kurumu TOKİ’yi yarattılar. Dar ve orta gelirleri insanları ev sahibi yapabilmek adına güzel bir projeydi.
Fakat yapılan işlere baktığınızda ağırlıklı olarak lüks konutların, rezidansların iş ortağı olarak karşımıza çıktı. Ardından bu yetkiler bakanlık bünyesinde toplandı. Artık özelleştirme (!) diye yırtınan bir yaklaşım, özel bir sektör olan inşaattaki en büyük ortak, hatta gelir paylaşımı üzerinden işveren ya da müteahhit olmuştu.
Yanlış projelendirilen işler, plansız yapılaşma, Türkiye’nin belki deprem ile ilgili açmazını ortadan kaldırmadı, ama birden bire zenginleşen, yurtdışından kredi adı altında alınan borçları toprağa yatıran bir kesim oluşturdu.
Ülkenin belki de kalkınmasındaki en önemli sektörlerden biri olan inşaat, diğer sektörleri yok edip, bir canavar gibi hakimiyetini tekelleştirdikçe büyüme adı altında bir borçlanma ve rant ekonomisinin merkezi oldu.
Şüphesiz para akarken bunları yapmak kolaydı. Fakat dünyada konjonktür değişip parasal daralmanın öne çıkmasıyla birlikte sıkıntılar baş göstermeye, yenisi yapılmadan eskileri finanse edilemez hale gelince işin rengi bozuldu.
Finans kesiminin bu alana çok fazla dahil edilmesiyle birlikte sektör, kendinden başka tüm ekonomiyi tehdit eder hale geldi. Değerler şişti; büyük paralar kazanıldı; ama ülkenin kaynakları da 2 milyonu aşkın stok konutla finanse edilemez bir biçimde toprağa gömülerek atıl kaldı.
Sektörde ciddi iflas dedikoduları baş gösterip de, ekonominin bozulan dengeleri içerisinde faizlerin yükselmesi, maliyetlerin artmasıyla artık sektör bir baş belası haline dönüştü.
Şimdi sıkışan sektöre, yaşananlardan ders almak yerine, ekonomik sıkıntıyı tetiklememesi için iktidardan destek geldi. Her ne kadar mesele tüketicinin ev sahibi olması olarak lanse ediliyorsa da, durum pek öyle değil.
Çünkü ben sokağa çıktığımda milyon TL’lere ya da eski tabiriyle trilyona birkaç tane ev alacak insan manzarası göremiyorum. Şimdi Türkiye’deki faizlerin çok altında bir dilimle, bankaları devre dışı bırakarak ve teminat şartı konulmaksızın sektörü yaşatma uğraşısı açıklandı.
Öncelikle neredeyse yüzde 17’lere varan faiz farkının iktidar tarafından finanse edileceği, belki de sıkışan müteahhitlerin birbirine satış yaparak riski kamuya yıkacağı bir uygulama ile karşı karşıyayız.
Yani daha önce oluşturduğu modelle en büyük müteahhit olan iktidar, şimdi de müteahhitlerini kurtarmak için kamu kaynaklarıyla emlakçılığa soyunuyor. Benzer bir yaklaşımı da özel sektörün satamadığı bireysel emeklilik ürününü pazarlarken, hatta kanun zoruyla insanları sisteme dahil ederken de görmüştük.
Şimdi de yine özel sektörün satamadığını satmaya çalışan bir yaklaşımla karşı karşıyayız. Hem de ortada faiz desteği verilirken, teminat aramayan ve bankacılık sistemini de devre dışı bırakan, eldeki ürünü de ederi değil, değeri üzerinden alan bir yaklaşımla…