Türkiye Bankalar Birliği Başkanı Hüseyin Aydın, bankaların kredi verme iştahının devam ettiğini açıkladı. Öte yandan yine aynı toplantıda 2017 yılının ilk 3 aylık performansları da kamuoyuyla paylaşıldı.
Buna göre ilk çeyrekte geçen yıl 120 milyar TL olan kredilerin, 175 milyar TL’ye ulaşacağı belirtildi. Neticede yüzde 46’lık bir artışın yaşandığı tespiti ortaya koyuldu. Yıl sonunda toplamda yükseliş ise yüzde 15 civarında bekleniyor.
Fotoğrafa bu açıdan bakınca umut veriyor ama, işin sağlamasını sahadan yapmaya başladığınızda durumun çok da söylendiği gibi olmadığı görülüyor. KOBİDER Başkanı Nurettin Özgenç, hafta sonunda KOBİ’lerin kredilere ulaşamadığını açıkladı.
Bunun suçlusu olarak da bürokrasi ve bankacılık sektörünü gösterdi. Elbette kaynağı belirlenmemiş krediyi bol keseden dağıtırsanız, sadece lafını edersiniz. Özgenç açıklamasında tribünlere oynamış; çünkü asıl vaadi verene sorulması gereken sualleri, adres şaşırtarak yöneltmiş.
İşin bu yanındaki tartışmayı bir kenara bırakırsak, gerçek olan şu ki reel sektör bahsedildiği gibi krediye boğulmuyor. Zaten piyasalardaki iş hacmi düşüklüğü, tüketimdeki daralma, tahsilâtta büyüyen sorunlar bunun sağlamasını yapıyor.
Ülkenin toplam büyümesindeki düşüklük de en büyük gösterge. Her ne kadar bunu mum ışığında bir gölge oyunu gibi büyük gösterme telaşı sergileniyorsa da, ortaya çıkan oranların Türkiye’de daralma anlamına geldiğini hesap kitap bilen herkes görüyor.
Türkiye’de bankaların bugüne kadarki faaliyetleri baştan sona tartışmalıdır. Ama tüketim odaklı verilen kredilerde bankaların kâr iştahı kadar, ülkede uygulanan ekonomik modeli de tartışmaz iseniz, sorunu da göremezsiniz.
Şimdi en başa dönüp, Hüseyin Aydın’ın bahsettiği büyümeye bakalım. Böylesine daralan bir ekonomide, bu denli kredi artışı nasıl oluşuyor? Ya da tersten sorarsak, bu kredi verilmesine karşılık, neden piyasalarda hareket olmuyor?
Çünkü verildiği gözüken kredilerin önemli bir oranı, yeni kredi değil. Türkiye şu anda gerek bankaların aldıkları sendikasyonlar, gerekse de verdiği krediler bakımından yapılandırma gerçeğiyle karşı karşıya…
Hem reel sektöre hem de tüketiciye verilen krediler büyük ölçüde ödeme güçlüğü nedeniyle tahsil edilemiyor. Daha önce bunları çok düşük bedellerle, hatta dosya bazlı kiloyla direkt varlık yönetim şirketlerine yönlendiren bankalar, bu şirketlerin yeni alım yapmakta çekingen davranması üzerine yeni bir metot geliştirdiler.
Müşterileriyle iletişim kurup yapılandırma olanağı sunuyorlar. Çoğu dosya takip aşamasına gelmesine rağmen yapılandırılıyor. Bu yapılandırmada daha ödenebilir oranlar sunuluyor. Bankalar son aşamaya gelmeden icra yoluna gitmiyor.
Çünkü ülkede yine açıklamalara baktığınızda 24 milyon icra dosyası bulunuyor ve bunların tahsil edilebilmesi güç. En azından zaman alıyor ve bankaların da buna karşılık ayırması gerekiyor. Sermaye yapılarında sıkıntı yaratacak bu faktörü devreye sokmak yerine, müşterisiyle uzlaşma ve yeni ödeme planı oluşturma tercihi kullanılıyor.
Esasen bu çok olumlu bir yaklaşım. Hem kredi alana borcunu ödeyebilme olanağı veriyor; hem de bu yolla bankalar şüpheli alacaklar kısmına atacakları oranları düşürüyorlar. Sadece bu fotoğraf bile esasen Türk insanının borcuna ne kadar sadık olduğunun göstergesi. Bankalar açısından ise isteyerek ya da istemeyerek yapılan olumlu bir hareket.
Fakat iş burada bitmiyor. İçte biriken bir tehlikenin boyutunu azaltmak adına yapılan bu doğru hareket, farklı yansıtılıyor. Yapılandırma neticesinde eski kredi ödenmiş gözüküyor ve yeni yapılandırma da, sıfırdan krediymiş gibi sunuluyor.
Bu yolla hem iktidarın gazabından kurtulup kredi veriyormuş gibi gözüküyorlar; hem de sıkıntılı alacaklarının tahsiline yöneliyorlar. Lakin bu durum yeni kredi anlamına gelmediğinden piyasada hareket yaratmıyor. Şüphesiz sendikasyon kredisi veren finans kuruluşlarını da aldatmaya yetmiyor. Sadece performans açısından şimdilik izleme yapıyorlar.
Velhasıl kelam sözün özü şu; bu kadar kredi veriliyor gözüküyorken, hareketlenmeyen ekonominin sırrı tek kelimeye saklanmış durumda. Yapılandırma… Bunu görmeyen ve sokaktan tamamen kopan Ankara ise fotoğrafı olumlu zannederken, hayali büyüme hedeflerinde ısrar ediyor. Ama büyümenin neden gelmediğini de çözemiyor.
Ne diyelim? Sokaktan kopar, kendi dünyanızda yaşarsanız, ne ödeme sorunlarını görür, ne istatistiklere yansımayan açık hesap alacaklarının büyüdüğünden haberdar olur, ne de ekonomiyi yönetebilirsiniz.
Daha acısı da sokakta herkes bunu bildiğinden, bakanların yaptıkları büyüme açıklamalarına sadece bıyık altından acı acı gülüyorlar. Ne yazık ki temsil noktasında olanların ya da yetkili gözükenlerin bunu ilgili makamlara söyleyecek cesareti de yok. Çünkü koltuk ve maaş tatlı geliyor. Tavsiyem korumaları, danışmanları bakanlıkta bırakıp sokağa çıkın, insanlarla konuşun ve gerçeklerle yüzleşin.