Çetin Ãœnsalan – Koy çayı, aç televizyonu

Bu hafta Türkiye’nin turizm istatistikleri açıklandı. Nisan ayında bir miktar yükseliş, ilk üç ayda da geçen yıla oranla düşüş var. Daha acısı da turist sayısı artmasına karşın, elde edilen gelir, halen daha önceki kazanımın çok altında.

Bu işin rakamsal boyutu… Her ne kadar bazı arkadaşlar sıfır noktasından çıktığını göz ardı edip, Rusya’dan gelen sayıda yüzde 450’yi aşkın artış olduğu haberleriyle önce kendilerini, sonra kamuoyunu yanıltmaya çalışsa da mesele rakam değil.

Türkiye’nin 2017 senesi için turizm adına kayıp yıl olduğunu ve 2018’de doğru hamleler yaparak belki dirilebileceğimizi sektör mensupları zaten çok uzun zamandır dile getiriyordu. Fakat bu da sorun değil. Doğru bir planlamanız olur; böylesi zor zamanları gerekirse sübvanse ederek; destekleyerek aşabilirsiniz.

Lakin Türkiye’de turizme sadece istatistik ve cari açık finansmanı olarak bakıldığı için sıkıntı aşılamıyor. Yıllardır yılan hikâyesine dönen master planın adı bile ortada yok. Şehir efsanesi haline dönüşen turizmi çeşitlendirme de, gerekli bilinçlendirme yapılmadığından, Anadolu kentlerinin Antalya olma sevdasıyla yitirilmek üzere.

Ortadaki problemi meseleye yanlış yaklaşımımızdan dış siyasi hatalarımıza, terörden imaj problemimize kadar birçok nedenin arkasına atabiliriz. Fakat eğer turizm gibi bir başlığın altına birinci madde olarak ‘insan’ yazmıyorsanız, bu işin içinden çıkamazsınız.

Eğer insani gelişmişlik düzeyi kriterlerinden biri olarak sayılan, o ülkenin vatandaşının yaptığı etkinlik maddi ya da yaklaşım nedenleriyle sıfır noktasına yakınsa, o ülkede kalıcı bir turizm başarısı elde edemezsiniz. Biz ne yapıyoruz?

Koy çayı, aç televizyonu… Bu maddi olarak sıkıntıda olanların genellikle tercihi… Bir de para içinde yüzenler var ki, onlar da magazin programlarında şık rüküş tartışmasına girmek için mekân avında.

Bakın kral çıplak noktasını dile getiren isimlerden biri İstanbul Coffee Festivali’ni organize eden dsm Grup Kurucu Ajans Başkanı Alper Sesli oldu. Sesli, verdiği bir röportajda, Londra’da kayıtlı 10 bin etkinlik alanına karşılık, “İstanbul’da 500 tane sayamazsınız’ dedi.

Şimdi birileri kahve yazımının İngilizcesi’ne takılmayacaksa bunu anlatmak gerekiyor. Öyle İstanbul’un ciğerlerini parçalayan projeye hizmet eden bin 453 tane ithal kamyonu arka arkaya dizmekle şehre değer katamazsınız.

Bir lego kent tutkusuna kapılmış yönetim anlayışını terk etmeden de İstanbul’u marka şehir yapamazsınız. İstanbul ki, dünyada bize ait destinasyonun içinde ilk sırada yer alan noktalardan biri.

Şayet bu şehir etkinliklerle yaşamıyorsa, işin içine sanat, festival, kültür sokulmuyorsa turizmi geliştiremezsiniz. Bunu yapabilmenin yolu da önce insanların refah seviyesini arttırıp, çayı sokakta içmesini sağlamaktan geçer.

Evinde yaşayan bir ülkenin turisti olmaz. Sadece 50 milyon turist çeken Paris’e karşılık,  Türkiye’nin toplam turist sayısının bile yakalanamadığını görür ve buradan bir sağlama yapmaya kalkarsak, ülkemizde turizmi geliştirecek iklim adına ilk adımı atmış olabiliriz.

Büyük yönetmen, oyuncu ve duayen Tamer Levent’in her fırsatta ‘sanataevet’ diyerek anlatmaya çalıştığı da bir anlamda bu. Eğer bir şehirde etkinlikler sınırlıysa, konser, tiyatro salonları dolmuyorsa ya da hep aynı kişiler gidiyorsa, kabuğu kıramayız.

Daha kötüsü de evde oturan insanın durumunun çaresizlikten ve parasızlıktan değil, ideal yaşamdan olduğunu anlatmaya kalkıyorsak, geçmiş olsun. Bu ülkede turizmi ancak yolu uğrayanlarla yaparız.

[email protected]

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir