30 Kasım Perşembe günü, Perpa Dış Ticaret Buluşmaları kapsamında YAPDER’in İran Perpa’da konulu bir toplantısı gerçekleşti. Oturumunu yönettiğim bu panelin konuşmacıları İran Ticaret Ataşesi Mahmoud Ahmedi, İranlı Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı Mehdi Culazade ve DEİK Yönetim Kurulu Üyesi Rıza Eser idi.
İki ülke arasında reel sektör bazında ticaretin nasıl geliştirilebileceği tartışıldı. Açıkçası gördüğümle şunun altını çizmem gerekiyor ki, bu kadar yakınlığımıza rağmen birbirimizi fazla tanımıyoruz.
Son dönemde İranlı turistlerin Türkiye’deki yoğunluğu açık. Ama panelistlerin altını çizdiği bir davet var. Türkiye’den de İran’a turist bekliyorlar. Önyargıların başka türlü kırılamayacağına dikkat çeken konuşmacılar, gelip giden heyetlerde fikirlerin yüzde 99 oranında farklılaştığını vurguladılar.
İranlı yetkililer Türkiye ile işbirliği yapmak istediklerinin çok net altını çizdiler. Aslında Türk reel sektörünün temsilcileri de arzulu. Fakat halen bir güvensizlik var. Bunda da büyük ölçüde panel dışında sohbet ettiklerimde gördüğüm, parasını tahsil edemeyenlerin varlığı. Bu sorun aşılmadan, iş söylemden öteye götürülmeden kalıcı bir iyileşmenin sağlanması da zor.
ABD’deki dava ilgili gelişmeler ne getirip ne götürür bilinmez. İşin sıcak tarafını, gelişmeler netleştikten sonra yorumlamanın doğru olacağını bir tarafa koyup, bugün panelin tamamında yapılan konuşmalar içerisindeki bir vurguya dikkat çekmek istiyorum. Vurgu, zihnimde başka bir tartışmayı başlattı.
Kaç kişi dikkat etti bilmiyorum ama İran Ticaret Ataşesi Mahmoud Ahmedi konuşmasında dünya ekonomisindeki dengeler adına çok ilginç bir bilgi verdi. Ahmedi’nin konuşmasının arasına sıkışan cümle şuydu:
“İran, dünyada gelişmek için tüm ihtiyaçlarını içeriden karşılama olanağına sahip 5 ülkeden biri.” Kanada, Rusya, ABD, Avustralya ve İran… Bakın Çin bile değil. Onun da dış tedarik ihtiyacı bulunuyor. Üretim adına iç tedarikle hammaddeden teknolojiye kadar her şeyi içte başarabileceklerini vurguladı ve geçti.
Oysa bu cümle, dünya ekonomisinin geleceğinin savaşı adına çok büyük bir önem taşıyor. Asıl kavganın burada gerçekleştiğine kafa yormak lazım. Çünkü Ahmedi konuşmasının devamında da bir kaç cümleyle serzenişte bulundu. Dedi ki:
“5+1 Anlaşması’ndan sonra dünya ile iletişim için elimizden geleni yapıyoruz. Çabamız, sorunları çözmek yönünde olacaktır. Ülkemiz için kendimiz karar vermek istiyoruz. ABD bunun gerçekleşmesini istemiyor. Bölge ülkeleri olarak el ele verirsek, tüm sorunları çözebiliriz.”
Bakın, asıl kavga nükleerde değil, burada olabilir. Salonda gelen sorulardan anladığım kadarıyla herkes işin bu yanını ıskaladı. Oysa ortada bir gariplik var. Ahmedi’nin verdiği bilgilerden anlıyoruz ki Amerikalı Boeing, İran’a uçak satmak üzere. Fransız Total ve Peugeot anlaşmalarını yapmış.
Total’in anlaşması 1 milyar dolar değerinde. AB, yaptırımlar konusunda ABD’ye karşı çıkıyor. Avrupalı bir perakende şirketi bin 300 adet perakende market kurmaya hazırlanıyor. Ama firmalar yaptırımları da göze alıp pazara giriyor.
O zaman ortadaki tartışma farklılaşıyor. Çünkü ‘biri bizi kandırıyor’ durumu olabilir. İran’ın Çin’den sonra en büyük ticari partneri Birleşik Arap Emirlikleri… Ahmedi de bunu soruyor. ‘Yanıbaşımızda 80 milyonluk Türkiye, ticari partner olarak 4. sırada. Neden?”
İran ile 30 milyar dolarlık dış ticaret hedefliyoruz. Ama şu an 5,8 milyar dolar ithalat, 3 milyar doları ihracat ilk 9 ayın rakamı. Yıl sonunda bunun 11 milyar doları bulması bekleniyor. Yerel parayla ticaret söz konusu olursa bir yılda rakamın 2 katına çıkabileceği iddiası var.
Fakat iş dönüp dolaşıp, bankacılık sorununda ve buradan giden işadamının halen tahsil edemediği alacaklarında kilitleniyor. Çünkü söylenen o ki yüzde 1 pay verilen İranlı, Türkiye’den giden işadamına kök söktürebiliyor.
Netice itibariyle bugünkü toplantının özetinde iki temel tespit vardı ve bunlar İran ile ilgili kamuoyunda konuşulmayan yanlardı. Birincisi kendine yetebilecek 5 ülkeden biri olması, ikincisi batılı firmaların çoktan orada konuşlanmış olduğu gerçeği.
Güncel tartışmaya bu iki gerçeği kurban etmemek lazım. O, temelde bir yolsuzluk iddiasıdır ve nasıl sonuçlanacağını göreceğiz. Ama bu iki faktör ve İran davetini göz ardı etmemek gerekir. Çünkü aynı davet 90’larda Türki Cumhuriyetler’den gelmişti, o treni kaçırdık. Bu sefer uluslararası hukuku ihlal etmeden, meselenin üzerinde durmak şart.
Şimdi bazıları uluslararası hukuku yok sayabilir. Ben de derim ki, kraldan çok kralcılık yapmayın. İran bile yok saymıyor; ikna etmeye çalışıyor. Hem de kazan kazan ilkesiyle…