2008 yılında başlayan ve 2009 ile birlikte tüm dünyada etkilerini hissettiren dünya krizi birçok ülkenin de batıklığını finanse etmesi ile ilgili problemleri ortaya çıkardı.
ABD’de adına mortgage denilen, ama esasen türev piyasalarla oluşturulan o üretmeden tüket ekonomisinin iflas ettiği, kumarhanenin çatısından başlayarak çöktüğü ve halen de çöküşünün sürdüğü süreçten bahsediyorum.
Kâğıt üzerindeki tüm göstergelere karşın halen sağlığına kavuşamayan ABD, İngiltere, Fransa, Portekiz, İspanya, İtalya ve birçok gelişen ülkenin sırat köprüsünde yürüdüğünü biliyoruz.
Gelişmekte olan ülkeler üzerinden çıkacağı neredeyse kesinleşen ikinci dip ise günlük bazda çırpınışlarla öteleniyor. Şüphe götürmez bir gerçek ki dünyayı, bu ülkeler üzerinden daha büyük bir kriz dalgası bekliyor ve ne yazık ki çok uzak değil.
Tüm bunlar yaşanırken, yanı başımızda bir ülke iktisaden çöktü. Yunanistan… Oynanmış bilançolar, batık kuruluşlar, karşılıksız kullanılan borçlar ve fonlar, komşuyu içinden çıkılmaz bir noktaya getirdi. Sonraki süreçte yaşananları hatırlıyorsunuz. Domino etkisi nedeniyle borçları yapılandırılan ve ötelendikçe ötelenen bir yapı söz konusu…
O günlerde bir ifadem olmuştu ve çoğu insan ya inanmamış ya da yaşadığımız sahte cennet nedeniyle Türkiye’nin şerbetli olduğunu düşünmüştü. Ülkemizde komşunun bu durumuyla dalga geçenlere karşı şunu söylemiştim: Bu kafayla gidersek, iddia ediyorum bir gün Yunanistan bize kahkahayla gülecek.
Ama kişi başı geliri bizden kat be kat yukarıda olan bu ülkenin insanlarıyla dalga geçenler, dönüp de aynada kendilerine bakmadılar. Yetinmediler; Yunanistan mal mülk ne varsa hepsini satışa çıkarmasını, yani tabir yerindeyse hacze uğramasını ego konusu yaptılar.
Niye dalga geçmeye devam ettiler? Çünkü bankacılık sistemi iflas etmiş, borçlarını yapılandırmaya uğraşan, kambiyo rejimi üzerinde müdahil olan, eldeki milli varlıklarını, adalar dahil tek tek satışa çıkaran bir ülke söz konusuydu.
Anlaşılan o ki, yıllardır üretmeden tüketen, kumar ekonomisinin oyun sahası haline gelen Türkiye hiç ders almamış ve almamaya da devam ediyor. 750 milyar dolarlık bir ekonomiye sahip Türkiye’nin 411 milyar dolarlık pozisyon açığını görmezden geliyoruz.
Son iki yılda, binden fazla şirketin iflas mahkemelerine başvurmuş olmasını, alacağını alamayanların doğal olarak da ödemelerini yapamayanların varlığını, ‘kötü niyet’ çerçevesinde değerlendiriyoruz.
İşsizliğin artmasını yok sayıyoruz. Enflasyonu kâğıt üzerinde oynamalarla düşük gösterip, yüzde 30 civarında enflasyon yaşayan halkın aradaki farkı borçlanarak karşıladığını görmezden geliyoruz. Geldiğimiz noktada:
26, 4 milyon vatandaş borçlu. 3 kişilik aile ve bekârlar ortalamasını aldığımızda iki kişiden hesaplarsak, aslında bu borcun altında kalan nüfus 52 milyonu geçiyor. Yani Türkiye’nin üçte ikisi… Resmi rakamlara göre hane halkı borç oranı, ülkenin borç oranı içinde yüzde 50 paya sahip. Hatırlatırım 2001 yılında bu oran yüzde 4 idi. Ayrıca bunun da 750 milyar doların çok üzerinde hesap yapılarak bu oranlara düştüğünü, gerçek oranın yüzde 65 düzeyinde olduğunu hatırlatmakta fayda var.
Son bir yıl içerisinde 1,9 trilyon TL nakit kredi kullandırılmış. Bunların büyük bir bölümünün borç yapılandırması olduğu açık… Büyük bir bölümü vatandaşa bankalar aracılığıyla kullandırılırken, reel sektörde ilk iki sırayı perakende ve inşaat alıyor. Yani ya tüketime, ya toprağa para yatırıyoruz.
Sonuçta geldiğimiz nokta ne? Dışarıdan para gelmiyor. Hatta kaynağı belirsiz para bile haziran ayı açıklamasına göre 1,5 milyar dolar çıkış yapmış. TL önemli ölçüde devalüe edilmiş, şirketler kısa vadeli borçlarını ödeyemez noktada.
Her yıl bulmamız gereken nakit para, cari açık finansmanı dahil 2015 rakamlarıyla 207 milyar dolar. Yurtiçinde vergi ve benzeri yollarla para toplama sıkıntı olduğundan Cumhuriyet tarihinin 49. affı çıkarılmış, ‘ne toplarsak’ kafası ortaya konuluyor. Dolaylı vergiler düşüyor, kaçak ürün alımları artıyor.
Bugüne kadar elde ne var ne yok, hepsini satan ülke yönetimi şimdi son bir hamle ile tencerenin dibini kazıyor. 100’den fazla devlet kurumu için özelleştirme hamlesi başlatılıyor; yine torba kanunla fiili durum yaratılıyor.
Tüm bunlarla yetinmeyen ülke yönetimi ise bir yanda 45 yaş altı insanlara zorla sigorta satıyor; diğer yanda taksit sayısını arttırıp ‘hem cebindekini, hem geleceğini’ diyor.
Şimdi baktığınızda bu tablonun sonunda Yunanistan bize güler mi, gülmez mi? Onun kararını herkes kendi aklında versin; ama açık olan bir şey var ki, sanırım ülkede ekonomiye Yunanistan modeli uygulanıyor.