Ülkemizin yıllardır ekonomide yaptığı hatalar nedeniyle büyük açmazlar yaşadığı bilinen bir gerçek. Önümüzdeki sürecin zorluğu ve sıkıntılı süreçten çıkmanın yolu ise doğru bir strateji belirlemekten geçiyor. Bu konuyla ilgili çözüm önerimi, 10 günlük yazı dizisi halinde ‘Ekonomik Kurtuluş Savaşı Projesi’ başlığıyla kaleme almıştım.
Mesele gerçekten de iktisadi bir kurtuluş mücadelesinden ibaret. Hele ki dünyada da üçüncü dünya savaşının finans, kur ve ekonomi üzerinden yaşandığını düşünürseniz. Elbette dünya çapında etkin olmak zor, emperyalist bir yaklaşım çizgisine gelmek de doğru değil.
Bu süreç İstiklâl Savaşımız gibi savunma odaklı olursa, işi tersine çevirip, atağa geçme şansımız daha yüksek. Son dönemde firmalarımızın dış borçları, ödeme güçlükleri, daralan pazarlar ve sıradan ürün tutkusu umutlarımı törpülüyordu.
Fakat geçtiğimiz hafta Antalya’da 28.’si gerçekleşen Anfaş Hotel Equipment Fuarı umutlarımı tazeledi. Bir otel lobisinde yıllar önce 40 firmayla başlayan, bugün 40 bin metrekare’de 300’ü aşkın firmanın katıldığı hale dönüşen bir organizasyondan bahsediyorum.
Ayrıntıları paylaşacağım, ama öncesinde bu kadar zor bir dönemde, turizmin çakıldığı bir süreçte, firmaların maliyetler altına girerek, özel standlarla görücüye çıktığı bu organizasyon, benim adıma önemli bir kriterdi.
Gerek açılışta yapılan konuşmalar, gerek birebir firma yetkililerle yaptığımız sohbetler, gerekse de Ekonomi Bakanlığı’nın genel görünümünün yarattığı endişenin aksine, sahadaki gönül vermiş elçileri sorunu da, çözümü de, eksiklikleri de çıplak gözle bir kez daha görmemi sağladı.
Öncelikle altını net bir ifadeyle çizeyim ki ekonomik savaşın askerleri oldukça azimli. Mesela 10 yıl önce SkyTürk’teki programımda ağırladığım Ekonomi Bakanlığı Dış Ticaret Uzmanı Hatice Karadeniz’in, halen vatanseverce ortaya koyduğu yaklaşım, bakış açısı ve dinmemiş olmasından hoşnut olduğum azmi beni etkiledi.
Sudan’dan Çad’a, İran’dan Umman’a birçok ülkenin işadamlarının gelip burada gerçekleştirdiği birebir iş toplantılarının yarattığı sinerji, belki bugün için değil, ama yarın adına umut veriyordu. Gördüm ki, bakanlar, hükümetler değişmiş, ama Hatice Karadeniz’in inatçı üretim yaklaşımı ve ülkeye olan inancı aynen kalmıştı.
Ardından standlarında ziyaret ettiğim firmalar içinde dünyada olmayan teknolojileri geliştiren, patent üreten, Ar-Ge’ye yatırım yapan, Türk Malı’na inanan, çalışkan ama kırgın üreteci insanlar gördüm.
Mesela yüzde 100 yerli teknolojiyle, A’dan Z’ye yerli üretimin kullanıldığı havuz temizleme robotu çok etkileyiciydi. Firmanın ortaklarından Ömer Atmaca’nın konusunda bu kadar katma değerli bir iş yapmışken, çekingen tavrı ise dikkatimi çekti. Hatta kendisine de söyledim. ‘Dik durun, bunu ben yaptım deyin.’ Firmalarımızın bu çekingen tavrı mütevazılıktan mı, yoksa cesaret verme eksikliğimizden mi; tartışmamız gerekir.
Sonra saatte 900 havlu katlayabilen makineyi üreten İzmir Çiğli’den bir üretici. Yüzde 100 yerli teknolojiyi sunuyordu. 130 farklı tipte makine imal eden Cenk Karaca’nın, yüzde 50 tasarruf sağlayan 3 tane patentli ürünü var ve 32’den fazla ülkede korunuyor.
Ülkede herkes inovasyondan bahsediyorken, sessiz sedasız iş yapan Thermoset teknolojisinin sahibiyle de tanıştım. Dünyada eşi benzeri yok. Ar-Ge’si de, teknolojisi de, patenti de firmaya ait. Avrupa ve Ortadoğu’da 38 ülkeye ihracat yapıyor. Kırılmaz porselen görünümlü tabaklar icat etmiş. Taklitle mücadele ediyor. Bugüne kadar 2 avukata bir ev parası harcadığını söylüyor. Üretime gönül vermiş bir isim: Rıza Akkaya.
Fakat ne yazık ki yaptıklarını yetkililere anlatmasına rağmen destek görmemekten yakınıyor. Katma değer için mücadele veren bir insanın, nasıl kırgın olabileceğini konuşurken hissediyorsunuz. Demek ki ülkenin inovasyon zirveleri düzenlemekle değil, yapana sahip çıkmakla kalkınacağını halen anlayamamışız.
Bir mobilya üreticisi: Yılmaz Kırcaoğlu… Pazardan yüzde 2,5 pay aldığımızı, bunun da çok büyük bir potansiyelle karşı karşıya olduğumuzu gösterdiğini söylüyor. Endüstriyelleşmek yerine, KOBİ’lerin butik ve özel ürünlerle öne çıkarılması, bu alanda desteklenmesi gereğine dikkat çekiyor. Teşvik sistemiyle ilgili de İstanbul’un üvey evlat tutulmasından şikâyeti var.
Şu sözleri çok önemli:”Teşvikler ‘git tavuk çiftliği kur’ diyor. Hazır yumurtayı satmak ise aklımıza gelmiyor.” Üretiminin yüzde 70’ini ihraç eden bu işadamı KOBİ’lere sahip çıkılsın istiyor. Ama gerçekten… Önerisi de var. Yurtdışı fuarların desteklenmesi, milli katılımlarla her kıtada bir fuarın tamamen destek görmesiyle pazar yaratılabileceğini söylüyor.
Ve Tahsin Öztiryaki… Bin 300 kişiye ekmek veriyor. 118 ülkeye ihracat yapıyor. Avrupa’daki ihracatçı firmalar içinde ilk 10’da. Ama ne diyor biliyor musunuz? “Türk üreticisi kendi ülkesine mal satarken zorlanıyor.”
Mesela yeni uygulamaya konulan şehir hastanelerinde ithal ürüne öncelik verilmesini anlayamıyor. Bu işadamı, 2 yılda 2,5-3 milyon doları araştırma geliştirmeye harcayan, 50 mühendis çalıştıran, aşçılara eğitim vererek sahayı da sahiplenen bir isim.
1982 yılında ilk katıldığı fuara 1966 model bir otomobilin bagajında götürdüğü ürünlerini, günümüzde 2 tane Türkiye’deki, 15 adet de yurtdışındaki fuarlarda sergiliyor. Ve ne diyor? “Tozpembe bir tablo çizdiğim anlamına gelmesin. Çok sorun var. Ama iddia ediyorum, özellikle yurtiçinde tercih Türk Malı olsun, tezgâh döner.”
Özetle bu fuar, gençlerin yarışmalarla özendirilmesi, konuştuğum firmaların ‘şu çılgın Türkler’ olması, yaptıkları ve yaklaşımları, beni umutlandırdı. Hepsi sorunların farkındalar, ama didiniyorlar.
Fuarıyla üreticisiyle her birinin iradesine hayran kaldım. Ama bu bir ekonomik kurtuluş savaşı ise, bu insanların durumu da kuva-i milliye hareketi gibi. Eski başarımızı, istiklâlimizi kazandıran sırrı hatırlayalım. Ekonomide ihtiyacımız düzenli ordu ve planlı bir savaş.
Bugünkü hamaset kokan, stratejiden, bilimden uzak, derlenip toplanmamış görüntümüzü değiştirmezsek, nitelikli insanları öne çıkarmazsak, bu savaşın içinden sağ çıkamayız. Tersini yaparsak, ikinci bir zafer elbette mümkün.