Trump’un ABD’deki yeni politikaları yönelik açıklamalarındaki bir vurgu, iki cümlenin ötesinde dünyanın yeni önceliğinin altını biz kez daha çizdi. Dünyanın en önemli ekonomisinin düştüğü dert ne? Ekmek kavgası…
ABD Başkanı, ülkeye girişin yani vizelerin verilirken hassasiyetinin ne olduğunu çok net ortaya koydu. “Amerikalılar’ı işlerinden edecek yabancıların ülkeye girişlerine izin verilmeyecek” dedi.
Yetmedi; Amerikan sanayinin altını oyan her anlaşmayı detaylı bir biçimde inceleyeceklerini ifade etti. Şimdi bu tip ifadeler bizim gibi ülkelerde olsa, kuru gürültü olarak tanımlanabilir. Fakat Trump’un seçim öncesi ve sonrası söylemlerine dikkat ettiğinizde tutarlı bir tavır olduğunu görüyorsunuz.
Ayrıca aynı eğilimin İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, Çin, İran gibi ülkelerde de şekillenmeye başlamış olması, bize bir kez daha dünyanın hızlı bir korumacılık kavgasına soyunduğunu gösteriyor.
Gözüken o ki, dünyada ekmek kavgası daha da kızışacak. Çünkü ekonomide etkin olarak ülkeleri yönetenler, burada, televizyon programlarında, seminerlerde defaten altını çizmeye çalıştığım, arz fazlası sorununu ve dünyada bunun elenmeye başlanmasıyla işsizlik sorununun baş göstereceğini biliyor.
Peki bu fotoğraf içerisinde ne yaptığımıza bakalım. Yıllarca yaptığımız hataların şimdi başımızı ne oranda belaya soktuğunu görüyoruz. Fakat zaman zaman bunları dile getirdiğimden hiç tekrar etmeyeceğim. Lakin önümüzdeki problem açık…
Hızla artan ve daha da artacak bir işsizlik var. Firmaların ödemeden satışa, tahsilâttan maliyetlerin fiyatlara yansıtılamamasına kadar bir dizi problemle karşı karşıya kaldığı bir süreçteyiz. En basit tanımlamayla tüketici enflasyonu ile üretici enflasyonu arasındaki fark, maliyetlerin fiyatlandırılamadığını bize kanıtlıyor. Bu bir sermaye erimesidir.
Birileri ‘bir kişi daha al’ diye baskı uygularken, elindeki çalışanları bünyesinde tutmaya çalışan insanlarla konuşun. Onları temsil edenlerin, sizlere yaranmak için yaptığı numaralardan sıyrılın. Mal ya da hizmet üreterek, bu ülkede çalışanıyla işvereniyle nasıl çılgın Türkler olduğunu görün.
Tüm bu sorunlar yaşanmıyormuş gibi, bir de 24 milyon haciz dosyasına sahip Millet’e mülteci gerçeğini yaşatıldı. Mülteci deyip geçmeyin. Onların nasıl mülteci haline geldiği apayrı bir tartışma konusu.
Ama olay misafirliği aşmış, ev sahipliğine dönmüşse, sizin gençlerinizin yüzde 25’i resmi rakamlara göre işsizlikten yakınırken onlara istihdam yaratma kaygısı başlamışsa, insanlar borçlarından dolayı sağlık hizmeti alamazken, ücretsizce buna ulaşan, bazı şehirlerde insanlar kanunlara uyarken, kanunsuzluğuna göz yumulan 3 milyonu aşkın insan.
Ne yazık ki gerçekler bunlar. Bir tarafta sıkıntı içinde olduğu kabul edilmeyen bir reel sektör, istihdam sağladığı zannedilen batık bir tarım, işsizlik rakamı düşük çıksın diye yok sayılan işsizler ve ‘her şey tıkırında’ masalı.
Sözün özü şu ki, dünya hızla ekmek kavgasının peşine düşmüşken, biz de ‘üretim hamleleri’, ‘istihdam seferberliği’ gibi sloganların gölgesinde verilen ‘sor alma kredileri’ ile gün geçiştiren bir anlayış var.
Sorunlarımızın olduğunu bile kabul etmeyen bir ekonomi yönetiminin, gerçek çözümler bulması olanaksızdır. Bundan sonraki süreçte bize satılan ‘yapısal reformlar’ ile gerçekten yapmamız gereken reformlar arasındaki farkı görmeden, günlük siyasetten uzaklaşıp planlı bir ekonomiye geçmeden de sorunu aşmanın yolunu bulmamız olanaksız.
Daha ürkücü olan ise, biz sahte gündemler peşinde koşarken, yine günü kaçırıp ekmek kavgasının kızıştığı ortamın içinde kalarak yine sağa sola bakacağız. Ve o gün kimse bize kapısını açmayacak. Uyanın rüyadan, aklımızı başımıza alalım da başarılı ekonomi palavralarından kurtulup, yarına hazırlanalım.