Şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin gündeme gelmesiyle, yine kamuoyunda akıl almaz bir tartışma başladı. Yıllarca bu ülkede özelleştirmenin kamu yatırımlarının zarar etmesinden dolayı ve bundan kurtulmak amacıyla yapıldığı masalı anlatıldı.
Oysa kamu yatırımlarının zarar etmesi söz konusu değildi. Dün de, bugün de kamu işletmelerinin yaşadıkları sorun belliydi. Siyasetin buraları tanıdıklara iş vermek için kullanması, siyasi ulufe vesilesi yapması, özelleştirmenin önünü açmak için gerekli yatırımları yapmaması ve elbette niteliksiz yöneticiler atanması.
Peki o zaman dönüp şunu sormak gerekmiyor mu? Durum buysa bu işletmelerin suçu ne? Hangi siyasetçinin burayı taşıyabileceğinden fazla istihdam kapısı olarak kullanıp verimsizleştirilmesi soruşturuldu?
Hangi iktidar yaptıkları plansız harcamaları dün direkt, bugün de dolaylı yoldan bu işletmelere görev zararı yazarak ayakta kalmasını zorlaştırmaktan dolayı sorumlu tutuldu?
Bu işin en kolay halledilebilir yanıydı. Fakat geldiğimiz noktada bir de bunların sahip oldukları değerlere satıp savılacak rant gözüyle bakılması, işi tamamen içinden çıkılmaz bir noktaya getirdi.
Dilinde üretim gezenler, uluslararası şirketlere isteyerek ya da cehalet nedeniyle pazar açarken, yüzbinlerce insanı etkileyecek kararlara imza atıyorlarsa, ortada bir gariplik yok mu? Bu kesimin en önemli savunması, bu işletmelerin zarar ettiği vurgusu…
Neden zararlar oluştuğunu hatırlattım. Peki soru şu; Zarar eden tüm kurumları kapatacak mıyız? Buna devlet de dahil mi? Böyle bir yaklaşım ve mantık olabilir mi? Bu ülkenin okulları kapatılırsa, bakanlığı çok iyi yöneteceğini söyleyen isimleri gibi bir zihniyet, istisna olmaktan çıkıp genele hakim oldu.
Madem herhangi bir yatırımda sorun var; bunu gidermenin yollarını ararsınız. Bir işletmenin neden zarar ettiğiyle gerçekten yüzleşmez iseniz samimiyetten bahsedemezsiniz. Türkiye’de yaşananın ilk adımı tam da bu. İkinci adımı ise bu işletmelerin zararlarını devlete yükleyip, gelirlerini ve aktiflerini ortaya koyarak satmanın nasıl bir iktisadi zekâ örneği olduğunu bana anlatabilir misiniz?
Bir malı satarken, alıcıya toplam bilançosuyla sunarsınız değil mi? Yok biz zararları üstlenip, para yapacakları ve nakitleri özelleştiriyoruz. Birincisi bunun adı özelleştirme değil. İkincisi üretim ekonomisine geçiş hiç değil.
Üçüncüsü özelleştirme gerçekten nasıl mı olur? Özel sektörü, kamunun altın hissesini bırakarak işin içine dahil edersiniz, gelen parayla da yine özel sektörün yatırım yapmadığı alanlara yönelik yatırımlar yaparak, devlet sorumluluğunu gösterirsiniz.
Peki daha temelde sorunumuz ne? Hiç niyet okumadan, son derece rasyonel bir neden paylaşayım. Bir ülkeyi yönetenler sanayici bakış açısındaysa emek vererek büyümenin, tüccar kafasındaysa da satıp savıp günü kurtarmanın fotoğrafı ortaya çıkar. Sizce biz hangisiyiz? Yanıt elbette belli.