Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, borçlanma yapısında değişiklik sinyali verdi. Şayet bu karar iktisadi değil de, siyasi bir ince mesaj niteliği taşıyorsa, kısmen anlaşılabilir.
Fakat meseleye ekonomik bakımdan yaklaştığınızda ruble ya da dolar ile borçlanma arasında bir fark yok. Günlük hayattan örnekle anlatayım. Toptancı olduğunuzu düşünün. Mal sattığınız mahallenizdeki bakkaldan da açık hesap ürün alıyorsunuz.
Ama aldıklarınız, sattığınız değerin çok üzerinde seyrediyor. Bir süre sonra bu bakkal size alışverişte sıkıntı çıkarıyorsa, ticari dengenizde aynı özelliklere sahip arka sokaktaki bakkala gitmenizin bir anlamı var mı?
Bir süre oraya da borçlanırsınız, ama sadece borçlanırsınız. Bu kredi kartı borcunu ödemek için, diğer kredi kartından para çekmek gibidir. Bir süre sonra kısır döngüye girer ve tıkanırsınız.
Şimşek’in bahsettiği ruble cinsinden borçlanmanın bundan başka bir anlamı yok. Bunun sağlamasını yapmak için dış ticaret verilerinde Rusya ile durumumuza bakalım.
Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin verilerine göre 2017 yılında Rusya’ya ihracatımız yuvarlak hesap 2,4 milyar dolar. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı verilerine göre ise Rusya’dan ithalatımız 20,1 milyar dolar. Bir miktar turizm gelirini bile koysanız, net bir dış ticaret açığımız söz konusu.
Şimdi bunun alt kalemlerine bakıp, enerjiydi vesaire gibi ayrıntılara hiç girmeyin. Çünkü borç alacaksanız bunlar ayrıntı kalır. Önemli olan iki ülke arasındaki ticaret farkıdır. Biz Rusya’ya karşı net alıcı durumundayız.
Teknik olarak baktığınızda batı ülkeleri açısından da çok büyük bir fark yok. En çok ihracatı 13,5 milyar dolar ile Almanya’ya yapıyoruz. Yine ithalatımızda aynı ülke 21,3 milyar dolar ile ikinci sırada.
Bakın sadece iktisaden düşünürseniz Almanya’dan borçlanmak, Rusya’dan borçlanmaktan daha akılcı. Elbette Alman para birimi eskisi gibi mark olsaydı. Çünkü ikili ticaretimizde açığımız daha az.
O zaman bizim önce borçlanmaktan vazgeçmemiz gerekiyor. Şayet Şimşek’in söylediği gibi arka sokaktaki bakkala borçlanmayı çare olarak görüyorsak, bu aşamada ruble alternatifi sadece çaresizliğin adı olarak nitelendirilebilir.
Temelde borçlanma mantığından vazgeçmemiz gerekiyor. Peki dünyaya kendimizi kapatalım mı? Hadi bir adım daha ilerleyip biraz daha gerçekçi olalım. Mevcut borcumuzu çevirmeyi nasıl başaracağız? Bunun için de borç bulmamız gerekmiyor mu?
İşte bu noktadaki bakış açınız kaderinizi belirler. Dünyadan elbette para kullanabiliriz. Fakat bunları uzun vadeli ve nispeten düşük faizli kullanır, doğru işlere yatırıp kendi parasını öder bir hale sokarsanız, bunun adı borç değil, finans kullanma olur.
Elbette bunun için de dış siyasette diplomasi biliyor olmanız lazım. Parayı nereden kullanırsanız kullanın, risk priminizi başka türlü uzun vadeli finans kullanma seviyesine getirmezsiniz.
İçi boş efelenmeler yapar, kapılar kapanınca telafisiz imzalar atar ya da sözler verirsiniz. Onurlu ve ne yaptığını bilen dış siyasetle, boş bağırıp çağırma arasındaki temel fark, iktisadi bekanızı da etkiler.
Ne yazık ki Türkiye hep birinci kulvarda kalıyor. Eziyet çekmeden ya da hatalarıyla yüzleşmeden işin içinden çıkmak gibi bir şark kurnazlığı içinde olduğundan da bu tip formülleri çözüm olarak tartışıyor.
Şayet temel bakış açınız finansman kullanmak, bu finansmanla üretim ağı geliştirmek, ürettiğinizi katma değerli bir biçimde satarak, hem yatırım maliyetini karşılayıp, hem de zenginleşmeyle tasarruf yaratmak değilse, bu işin içinden çıkamazsınız.
Bugün yanlış finans kullanımı nedeniyle batılıların yaptığını, yarın borç yapınız ağırlaştığında Rusya size yapacaktır. Bundan şüpheniz bile olmasın. Bu nedenle bir an önce Şimşek’in Türkiye’yi sokmak istediği yanlış yola dur demek lazım.
Öte yandan ekonomi kurmaylarına borçlanmayla finansman kullanma arasındaki farkı anlatarak işe başlamak zorunda kalacaksak, çok işimiz var demektir. Bugünkü fotoğrafta dolar yerine ruble ile borçlanmak çaresizliğin göstergesidir.
Bu çaresizlikte de sadece büyüme konuşursunuz. Kalkınmanın ise adı bile evinize uğramaz. Daha kötüsü yönetenin yaklaşımı bu oldukça da, bu sistemin kurbanı hale gelen vatandaş da kısır döngüsünü kıramaz. Çünkü tek başına bu süreci tersine çevirmesi mümkün değildir. Sonuç: Topluca batarız.