Merkez Bankası faiz oranlarını arttırarak yüzde 24’e çıkardı. Açıkçası bu meseleyi bile derbi maçına çevirmiş olmamız başlı başına incelenmesi gereken sosyolojik bir vaka. Yani dolardan mı, faizden mi dayak yiyeceğimize karar veremeyip, kendi aramızda kutuplaşarak bunu bile tartışma vesile yapabiliyoruz. Tebrik ediyorum…
Başlığı yanlış okumadınız. Ben bu hamlenin tamamen bir yamadan ibaret olduğunu düşünüyorum. Zira meseleyi tartışırken bile finans piyasalarının gözlüğü üzerinden yaklaşım sergiliyor; gerçekten çözüm olacak konuları tartışmıyorsak, yapılan her şey lafügüzaftır.
Sadece rakamlar bazında, salt iktisadi gerekçelerle durum analizi yaparsak, enflasyonun altına düşmüş bir faiz oranının dolar / TL kurunu aleyhimize tetiklediği gerçeğini de içine katarak faiz arttırımının, hem de bu oranlarda yükseltmenin doğru olduğunu söyleyebiliriz.
Fakat bugün geldiğimiz noktada Türkiye’nin açmazlarını, dolar ihtiyacını, seçim öncesindeki İngiltere seyahatinin ardından ortaya konulan eylemle faiz sarmalına girdiği gerçeğini görmeden bu meselenin analizini yapmak eksik kalır.
Bazen iktisaden doğru gözükse bile, filmin sonunu düşünerek farklı kararlar verebilirsiniz. Öncelikle tekrar altını çizeyim, enflasyonun altında bir faizin sürdülebilir hiçbir yanı yok.
Mesele Cumhurbaşkanı’nın belirttiği gibi, ‘faizi düşürürsen enflasyonu düşürürsün’ tezinden de çok uzak. Zira mümkün değil. Faiz, tam da kendisinin eleştirirken söylediği gibi enflasyonun bir sonucudur. Enflasyonu düşürmeden de faizi düşüremezsiniz.
Lakin bu kadar açıktan teslim bayrağını çekmek gerekiyor muydu? Bence asıl tartışılması gereken konu bu. Dünyada parasal daralma var. Güvenli liman olarak nitelendirilen ABD faiz arttırıyor. Herkes parasını ve fabrikasını geri çağırıyor.
Bu koşullar altında Türkiye’ye ihtiyacı oranında para geleceğini, gelse bile kullanılabilir maliyetlerde olacağını düşünmek bir hayalperestlikten ibarettir. Öyleyse daha akılcı bir metot uygulanabilirdi. Maksimum enflasyonun bir puan üzerine çıkılabilirdi.
Böylece hem enflasyondan düşük faiz verme tezini çürütürsünüz, hem de faiz sarmalına girmişken, yabancı finansçıların tuzağına düşmezsiniz. Elbette bunu tek başına yapmanızın bir anlamı yok. Bu tavrın mutlaka reel sektörü rahatlatacak bazı politikalarla eş zamanlı gitmesi gerekirdi.
Israrla altını çiziyorum. Enflayonun biraz üzerinde faiz verip, sübvansiyonları ve teşvikleri reel piyasalardaki vade ve vade farklarını kısaltmak üzere kullansaydınız, hem enflasyonla mücadeleye fiyatlar bakımından katkı sağlar, hem de reel sektördeki kırılan ödemeler zincirini onarabilirdiniz.
Bugün geldiğimiz pozisyonda doların bulunduğu seviye, halen reel sektörün de, Türkiye ekonomisinin de döndürebileceği oranların çok üzerinde. Şimdi bir de buna faiz maliyeti eklediniz. Bankaların bu koşullarda kredi vermeyeceği ya da veremeyeceği açık. Paranın stok maliyetinin, bankacılık sistemini nasıl etkileyeceğini düşünmüyoruz bile.
İç piyasadaki daralma eğilimini, yurtdışı pazarlarda düşen kazançları ve müşterinin vade talebini de dikkate alırsanız, şu an nefes almış gibi gözüken reel sektörü daha büyük zorluklarla karşı karşıya bıraktığınızı görürsünüz. Hele ki bir de buna yükselen petrol fiyatları eklenirse, yandı gülüm keten helva.
Bu nedenle yapılan bu yama, bir sonraki talebe kadar tansiyonu düşürür. Fakat sorunu gerçekten çözmediğiniz, reel sektörü yapılandırmadığınız, samimi olarak üretim ekonomisine geçecek bir metot işlemediğiniz sürece bir kaç ay içinde yine dolar baskısıyla karşı karşıya kalırsınız.
Türkiye’nin gerçek sorunu, problemlerini çözecek yöntemlere kafa yormak yerine, günü kurtaracak yama aramasıdır. Bu yama tutar mı? Kısa bir süre için evet. Ama sorunu çözmez. Tavrınız bu olduğu sürece de kimse bana dış güçlerden bahsetmesin. Kendi kalesine sürekli gol atanın, rakip oyuncuya kızma hakkı yoktur.