Son dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çıkışı ve itirafı üzerinden, şehre ihanet kavramı gündeme geldi. İşin bu boyutunu bir kenara koyup, resmi genişleterek bir soruyu ortaya koymak istiyorum: Bu kadar bina neden yapılıyor?
Çünkü ortaya çıkan veriler gösteriyor ki, Türkiye’de özellikle konut ihtiyacı bakımından bir açık yok. Nitelikli konut başlığına gelirsek, evet burada bir potansiyel var, ama inşa edilenlerin de bu ihtiyacı karşılamaktan çok uzak özellikte olduğunu görebiliyoruz.
Her vatandaş Dallas dizisinin şirketinde yaşayacak gibi bir bina anlayışı bir tarafta, şehirlerin katliamı öte tarafta. Peki herkes şikâyetçiyse bu binaları neden yapıyoruz? Gerçi her ne kadar Maliye ısrarla göz ardı etse de, yapımında değil, ama alımında bir çamaşır makinesi kokusu gelmiyor değil.
Zira Maliye ısrarla, sürekli değeri milyon TL’yi aşan gayrimenkulleri birilerinin nasıl aldığını görmezden geliyor ve modern devletlerdeki gibi ‘nereden buldun’ diye soramıyor. Anlaşılan o ki Maliye’nin gücü, ancak 3 TL’lik alışverişe fiş vermeyen esnafa yetiyor.
Bu tartışmayı bir kenara koyup, tekrar binalar gerçeğine gelirsek… TÜİK, ‘Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’nın 2016 yılı sonuçlarını açıkladı. Bu verilere göre Türkiye’de yaşayan her 10 kişiden 6’sı kendi evinde oturuyor. Oran tam olarak yüzde 59,7… Dikkatinizi çekerim aile değil, yaşayan diyor bulgu. Yani kaba bir hesapla 48 milyon kişi eder.
Nüfusun yüzde 24,4’ü kirada… Şimdi bu fotoğraftan çıkan birkaç önemli sonuç var. Bunlardan birincisi Türkiye’de dağı taşı rezidans haline dönüştürecek bir konut talebi yok. Daha önemlisi, var olan konut talebi de bugünkü mimari anlayışının yakınından bile geçmiyor.
Gerek satış fiyatları, gerekse de kullanım aidatları Türk toplumunun gelir gerçeğiyle örtüşmüyor. Bunların ortalama aidatları bir asgari ücretin yüzde 50’si ile tamamı arasında değişiyor. Bitmedi; rapordaki diğer bulgu, zaten insanların bunları karşılama gücünden çok çok uzakta olduğunu kanıtlıyor. Ne diyor?
“Araştırma sonuçlarına göre, 2016 yılında oturduğu konutun izolasyonundan dolayı ısınamama problemi yaşayanların oranı yüzde 42,2 iken sızdıran çatı, nemli duvarlar, çürümüş pencere çerçeveleri vb. problemler olan konutlarda yaşayanların oranı yüzde 38,1, odaların karanlık olması veya yeterli ışık alamaması problemi yaşayanların oranı ise yüzde 20,2 oldu.”
Yani adam akan çatısını tamir ettiremiyor, ama milyon TL’ye daire alıp, bir asgari ücret tutarında aidat ödeyecek öyle mi? Hadi canım sen de… Yabancıya deseniz, yılın 7 ayında topu topu satılan gayrimenkul sayısı, yine TÜİK verilerine göre 2 bin adede ulaşmıyor.
İkinci önemli tespit de hızla artan bir oranda kiracının değerli hale geleceği… Bu kadar yapıya, son derece az oranda bir kiracı gerçeği kapınızda duruyorsa ,kiralar da düşer, bağlantılı olarak evlerin değerleri de…
Üçüncüsü bu yapılan inşaatların işyeri olarak kullanılacak olanları… Başta aidat sorunları, ulaşım güçlükleri gibi nedenler olmak üzere, zaten ortaya çıkan maliyetler nedeniyle holding bazında bile işletmelerin bu yapıların yoğunlaştığı bölgelerden kaçtığını biliyoruz.
Son olarak bir ihtimal beliriyor. Şayet bu boş kalan yerlere devlet kurumlarını yerleştirmeye niyetleniyorsanız yandık. Bir de yüksek maliyetler nedeniyle oradan soyulacağız demektir.
Araştırma çok net gösteriyor ki, Türkiye’nin bu kadar binaya ihtiyacı yok. İhtiyacı olan bina türüyle de yapılanların ilgisi yok. O zaman insanın burnuna gelen pis kokuların şiddeti yükseliyor. Maliye’ye tekrar önerelim.
Binaları yapanların peşine düşüyorsunuz; ama yanlış. Ya özsermayedir ya kredi kullanmıştır, kaynağını bulursunuz. Siz asıl milyon TL’ler, milyon dolarlar ödeyerek sürekli ev alan isimlerin peşine düşün. Belki Hazine de dolar.
Çok güzel bir yazı, tespitlerinize aynen katılıyorum, teşekkürler. Yalnız ilk verdiğiniz oran konusunu anlayamadım. Nüfusun yaklaşık %60’ı kendi evinde oturuyor, %25’i kirada oturuyor ise kalan%15’inin durumu nedir acaba?