Ekonominin bugün verdiği fotoğraf içerisinde jeopolitik risklerin de, ABD’nin tavrının da etkisi var. Fakat bunlar sadece sorunu olduğundan önce ve bugün için daha da büyük gösteren faktörler…
Ayrıca sadece görünenlerle ilgili sıkıntının bu kadar büyük baskı yaratacağını sanmam. Mutlaka, kamuoyuna açıklanmayan başka şeylerin de varlığı olduğuna inanıyorum. Riski arttıran etkenleri bir kenara koyarsak, bunları ortadan kaldırdığınızda bile alarm veren bir resim içerisindeyiz.
Riski artıran unsurları, sorunun nedeni olarak göstermek, hatta görmek, bunun konuşulmasını engellemeye çalışmak, sadece faturayı arttırmaya yarar. Türkiye’nin acilen problemle yüzleşmesi, tek aklın çapından çıkıp, bilimi, diplomasiyi, bilgiyi esas alarak bir yol haritası belirlemesi gerekiyor. Aksi takdirde ortaya çıkacak gerçek tabloda, sonuçları itibariyle bugün riski arttıran jeopolitik nedenleri bile ararız.
İktidarın bazı sorunları görmek istemiyor olması, problemleri konuşmayı yasaklaması ya da bundan hoşlanmaması sokaktaki gerçeği değiştirmiyor. Dış güçlerle mücadele edelim. Edelim de cephane yok. Komutan astını çağırıp askerin neden savaşmadığını sormuş da beş neden olduğu söylenmiş ya kendisine.
Sayılmasını istediğinde “bir; cephane bitti” denilince, “yeterli gerisinin önemi yok” demiş ya, Türkiye’nin durumu da bu. Yıllarca kamuyu borçlandırmamakla övünürken, bununla ilgili her türlü kalem oynatması yapılırken, görmezden geldiğiniz reel sektör ve vatandaş borçlanması, üreticiyi yok eden ithal ikameli tüketim ve borçlanma ekonomisi, bugün sokaktaki adamda takat bırakmadı. Askeri olmayan komutan da savaş kazanamaz. Yani öncelikle bu sorunu görmek gerekiyor.
Bazıları çevresindeki güruhun ‘her şey yolunda efendim’ sözlerinden daha çok hoşlanıyor olabilir. Ama sokakta en çok güvenilen inşaat sektörü mensupları kamuda süresiz ödemeler durdurulduğu için parasını alamadığını konuşuyor.
Benzin fiyatından doğalgaz maliyetine kadar herkes sorunu iliklerine kadar yaşıyor. Üretici, ihracat yapsa bile, dile getirmese de para kazanamadığının farkında. İnsanlar çarşı pazara çıktığında ceplerindeki paranın yetmediğini görüyor.
Asgari ücretin bin 603 TL olduğu ülkede, açlık sınırı bin 812 TL, yoksulluk sınırı da 5 bin 903 TL’ye dayandıysa, 28 milyon icra dosyası mahkemelere düştüyse, tüketicinin borcu 600 milyar TL sınırına dayandıysa, ‘koçum; aslanım’ ile yol alamazsınız.
Reel sektör güven endekslerine bakın. Hizmet, perakende, ticaret ve inşaat sektörlerinde güven göçmüş. Diğerlerini saymıyorum bile… Bir iktidar tüm ekonomik bekasını kurduğu sektörlerde bile güven azalırken, bunu görmezden geliyorsa, buna olsa olsa ‘devekuşu sendromu’ denir.
Faizi arttırmıyorsunuz, ama sokakta gerçek faiz işliyor. Reel sektörün borç maliyeti, dolar kuru nedeniyle neredeyse 5 kat artmış. İşsizliği tek hanede tutuyorsunuz, kimseyi işsiz kabul etmiyorsunuz, ama bu sokaktaki işsizi yok etmiyor.
Enflasyon mücadelesinden bahsediliyor; ama yüzde 20’lere koşan enflasyon, borcuna ve alım gücüne ilaveten vatandaşın takatini biraz daha azaltıyor. Zira artık çakma enflasyon rakamıyla verilen zamlar yetmediği gibi, ekstra yıpranıyor, kredi bulamıyor, daha kötüsü reel sektör de enflasyondan para kazanmıyor; o da eriyor.
Bu örneklerin hepsi çoğaltılabilir. Fakat bu uyarıları görmezden gelmek, hataların en büyüğü olur. Bu alarmı yok sayamazsınız, saymamalısınız. Çünkü iktidarlar gelir, geçer. Ama faturalar halka kalır ve öderken kime oy verildiğine bakılmaz.
Çıkın sırça köşklerinizden. Susturun çevrenizdeki koltuk uğruna gerçekleri gizleyenleri… Neden mi? Zaman zaman burada paylaşırım. Tekrar yıllar önce bir arkadaşımla haber merkezine astığımız o cümleyi hatırlatayım:
Muhalefetten korkmayın; var olanı yüceltir. Dalkavuklara dikkat edin; ihanetleri büyük olur.
Tabloya bakar mısınız?
2001 krizinde de tablo aynıydı. O zaman kamu borçları almış başını gitmişti, yönetim yine çok kötüydü, dolar yine rekorlar kırıyordu ve kimse dış güçlerin oyunlarından bahsetmiyordu, bugün iktidarda olanlar, o zaman sinsice avuçlarını oğuşturarak iktidara gelmenin planlarını yapıyor ve Amerika ziyaretlerinde birilerine güvenceler veriyorlardı. Sonuçta, krizin ağır faturasını bu millete ödettiler, planlarını gerçekleştirip, iktidara geldiler.
Bugün de reel sektör ve hane halkı borçları almış başını gitmiş, yönetimin kötülüğü bu milletin başına daha tehlikeli bir bela açmış ama muhalefet darmadağın vaziyette. Beceriksizlik, işbilmezlik sonucu ortaya çıkan sorunlar dış güçlere bağlanmış, yalan ve kandırmaca ile çöpler yığın olmuş, kimin umurunda? Çözümü, hala ve hala durmadan sorun yaratarak, işleri içinden çıkılmaz hale getiren mevcut yöneticilerden bekler durumdayız. Yapılması gerekenleri yazıp çiziyoruz ve durmadan uyarılarda bulunuyoruz ama silkeleyip, alaşağı edemiyor ve akıl, bilim ve mantıkla bu ülkeyi yönetecek kadroları işin başına getiremiyoruz… Yazıklar olsun bu millete!… Çünkü, bu güçte değiliz ve sadece ve sadece katlanmayı marifet bellemişiz… Durmadan, önümüze konan ağır mı ağır faturaları sorgusuz-sualsiz ödemeyi kabullenmişiz… Öde Türkiye’m öde!… Yollar yürümekle aşınmaz, borçlar ödemekle azalmaz bu ülkede… Helal olsun size!…