Kimileri bizi kıskandıklarından söz ediyor; kimi bizden adam olmaz diye hayıflanıyor. Kısır tartışmaların gölgesinde görülmek istenmeyen gerçekler bir yanda, yok sayılan mücadele öte tarafta sloganlar eşliğinde sürükleniyoruz.
Oysa hayatın gerçeği bambaşka… Son derece yüksek potansiyeli olan, yaratıcı insanlara sahip ama marka değeri yerlerde sürünen bir ülkeyle ne katma değerli üretimi yakalayabilirsiniz, ne de sorunlarınızı aşabilirsiniz. Sadece meselenin neresinden bakarsanız bakın, kendinizi kandırır; zaman kaybedersiniz.
Muhteşem döşenmiş, iç mimari zevkli bir eve, paranız olsa değerini verir misiniz? Peki değerini neye göre belirlersiniz? Armatürüne, yapısal sağlamlığına, seramiklerine ya da dizaynına mı? Şüphesiz bunların hepsi etkilidir. Ama beş yıldızlı bir evden çıkıp, bir yıldızlı sokağa adım atıyorsanız, işte o asıl gerçek oradadır ve o evin değerini bu belirler.
İster buna kentleşme kavramı deyin, isterseniz kültürel bütünlük… Lakin bir gerçek var ki, eder ile değer arasındaki farkı semtin, ilin, hatta o ülkenin özellikleri belirler. Bu sadece bir örnek… Bunu genel ekonomiye, sanayicinin yaşadıklarına doğru açarsak, problemin nedenini de çözeriz.
Dün kozmetik sektöründen bir sanayiciyle konuştum. Sohbetimiz sırasında verdiği örnek, Türkiye’nin marka değerini anlatması, katma değerde bunun ne denli önemli olduğunu ortaya koyması bakımından son derece kıymetliydi. Sorunun da çözümün de içinde saklı olduğu bu anekdotu sizlerle de paylaşmak istiyorum.
KOBİ statüsündeki sanayicimiz imal ettiği kozmetik ürünleriyle bir fuara katılıyor. Standına yabancı bir ziyaretçi geliyor. Ürünleri inceliyor; belgelendirmelerine bakıyor; firmanın hizmet yaklaşımını mercek altına alıyor ve her ayrıntıyı dört dörtlük bularak çalışma isteğini vurgulayıp fiyat soruyor.
Firmanın genel müdürü ve aynı zamanda sahibi söz konusu ürün için 12 dolar dediğinde, fiyatın da son derece uygun olduğunun altını çiziyor. Ardından yabancı alıcının aklına ürünün menşei geliyor ve ‘siz hangi ülkenin firmasısınız’ diye bir soru yöneltiyor.
Türkiye cevabını aldıktan sonra da, üzülerek “8 dolar olsaydı iyiydi” diyor. Elbette sanayici duruma şaşırıyor. Üründe, ticari yaklaşımda, hizmette, belgelendirmede ve hatta Türkiye adı duyulana kadar fiyatta bile problem yok. Peki 12 dolar nasıl 8 dolara düşüyor?
Bunu sorduğunda ise aldığı yanıt daha ilginç. Diyor ki satın almacı “Şayet bu kozmetik ürünle Fransız Malı diyerek karşıma çıksaydınız; rahatlıkla 20 dolar fiyat verirdim.” İşte hayatın gerçeği bu. Ülkenin marka değeri, ürettiğinizin de fiyatını belirliyor. Tıpkı konut örneğinde olduğu gibi…
O yüzden bırakın ‘bizi kıskanıyorlar’ masalını, bırakın göstermelik teşvikleri Türkiye markasını yükseltin. O marka da ancak güven, tutarlılık, sanattan bilime kıymet verme ve ne konuştuğunu bilmekle değer kazanır.
İşte size bir Türkiye markası, masalı ya da gerçeği. Hangisini isterseniz; siz seçin.