Bütçe Maratonu Başladı

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, dünyada güçlü büyüme performansı ile öne çıkan ve 2010 yılında yüzde 9 büyüyen Türkiye ekonomisinin bu yıl yüzde 7,5 büyümesinin beklendiğini bildirdi.

ÅžimÅŸek, TBMM Genel Kurulunda, 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısını sundu. ÅžimÅŸek, 17 Ekim 2011 tarihinde TBMM’ye sunulan 2012 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı’nın Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki görüşmelerinin yoÄŸun bir çalışma sonucunda tamamlandığını anlattı.

Sunumuma, dünya ve Türkiye ekonomisinin görünümüyle ilgili deÄŸerlendirmelerle baÅŸlayan ÅžimÅŸek, dünya ekonomisinde küresel kriz sonrası olaÄŸanüstü para ve maliye politikası destekleriyle baÅŸlayan ekonomik toparlanmanın, 2011’in ikinci çeyreÄŸinden itibaren ivme kaybettiÄŸini, küresel ekonominin, Avro Bölgesinde derinleÅŸen borçkrizinin etkisiyle tekrar belirsizliklerin arttığı bir döneme girdiÄŸini kaydetti.

Küresel ekonominin karşı karşıya olduÄŸu riskleri, Euro Bölgesi kamu borç krizinin derinleÅŸmesi ve Ä°talya gibi büyük ekonomilere yayılması, kamu borç krizinin zaten zayıf olan bankacılık sistemini olumsuz yönde etkilemesi, geliÅŸmiÅŸ ülkelerde büyümenin zayıf kalması ve yeterli istihdam saÄŸlayamaması ve global büyümeye iliÅŸkin beklentilerde bozulmaya raÄŸmen emtia fiyatlarının yüksek seyretmesi olarak 4 baÅŸlıkta toplayan Bakan ÅžimÅŸek, 2010 yılı başında açığa çıkan EuroBölgesi kamu borç sorununun, siyasi iradenin piyasaları tatmin edici bir çözüm üretememesinden dolayı AB’deki diÄŸer bazı ülkelere de sıçradığını anımsattı.

Son aylarda dünyanın en borçlu üçüncü ülkesi Ä°talya’yı da etkisi altına alan krizin, küresel ekonomi açısından büyük bir tehdide dönüştüğünü, bu kapsamda yarın Brüksel’de gerçekleÅŸecek olan AB Liderler Zirvesi’nin büyük önem taşıdığına iÅŸaret eden ÅžimÅŸek, son günlerde piyasalarda oluÅŸan olumlu havanın, bu zirveden çıkacak iki önemli beklentiyi yansıttığını ilkinin, piyasalardan sürdürülebilir maliyetlerle borçlanamayan ülkelere desteÄŸin artırılacağı ve mali bünyesi zayıflayan bankalara sermaye desteÄŸinin saÄŸlanacağı olduÄŸunu, ikincisinin ise böyle bir krizin bir daha yaÅŸanmaması ve Euro Bölgesinin sürdürülebilirliÄŸi için gerekli kurumsal ve yapısal reformların yapılacağı olduÄŸunu bildirdi.

Küresel krizden dolayı bilançoları zaten zayıflamış olan bankaların şimdi de portföylerinde tuttukları problemli ülke tahvillerinin piyasa değerindeki düşüşler nedeniyle önemli kayıplarla karşı karşıya olduğunu, piyasa şartlarının elverişli olmaması nedeniyle bankaların sermaye artırımına olumlu yaklaşmadığını, devlet desteği olmadan bankaların sermaye yeterlilik oranlarını tutturmasının ancak bilanço küçültülmesi yoluyla mümkün olacağını dile getiren Mehmet Şimşek, bunun da reel ekonomide muhtemel sorunları daha da derinleştirebileceği uyarısında bulundu.

Mehmet Şimşek, gelişmiş ülkelerin kriz sonrası potansiyelin altında büyümesi ve yeterli istihdam yaratamamasının global büyüme beklentilerini olumsuz yönde etkilediğini, dünya ekonomisinin yarısından fazlasını oluşturan gelişmiş ülkelerdeki bu sorunun, gelişmekte olan ülkeleri ticaret ve sermaye kanalı ile olumsuz etkilemesinin muhtemel olduğunu, ayrıca, gelişmiş ülkelerin güven veren bir orta vadeli mali plan ortaya koyamamalarının finansal piyasalarla yatırımcı ve tüketici beklentilerini olumsuz yönde etkilemekte olduğunu bildirdi.

TÃœRKÄ°YE’NÄ°N GÜÇLÃœ BÃœYÃœME PERFORMANSI
Küresel büyüme beklentilerindeki zayıflamaya karşın emtia fiyatlarının göreceli yüksek düzeyini korumasının, küresel ekonomi için bir risk oluşturduğunu, bu durumun, özellikle doğal kaynaklar açısından dışa bağımlı ülkelerin enflasyon ve büyüme dinamikleri açısından olumsuz bir gelişme olduğunu vurgulayan Şimşek, bu çerçevede, dünya ekonomisinin 2011 ve 2012 yılları büyüme tahminlerini IMF yüzde 4, OECD ise sırasıyla yüzde 3,8 ve yüzde 3,4 olarak açıkladığını anımsattı.

Şimşek, şöyle devam etti:

”Her ne kadar yüzde 4’lük oran makul görünse de büyüme, ülke grupları arasında önemli farklılıklar gösterecektir. Küresel büyümenin dörtte üçünden fazlasını, baÅŸta Çin ve Hindistan olmak üzere geliÅŸmekte olan ülkeler saÄŸlayacaktır. Bu ülkelerin 2011 ve 2012 yıllarında sırasıyla yüzde 6,4 ve yüzde 6,1 büyümesi beklenmektedir. Çin ve Hindistan hariç tutulduÄŸunda bu rakamlar sırasıyla yüzde 4,6’ya ve yüzde 4,2’ye düşmektedir. GeliÅŸmiÅŸ ülkelerde, büyüme yüzde 1,6 ve yüzde 1,9 olarak öngörülmektedir. Euro Bölgesinde ise devam eden borç krizi nedeniyle global büyümeye iliÅŸkin aÅŸağı yönlü riskler artmıştır.

Türkiye, dünyada güçlü büyüme performansı ile öne çıkmaktadır. 2010 yılında yüzde 9 büyüyen Türkiye ekonomisinin bu yıl yüzde 7,5 büyümesi beklenmektedir. Bu büyüme oranlarıyla Türkiye, AB ülkeleri içinde ilk sıradayken dünya büyüme liginde de üst sıralarda yer almaktadır. Dünya ekonomisindeki yavaşlamaya paralel olarak ülkemizin gelecek yıl yüzde 4 civarında büyümesi beklenmektedir.

Bildiğiniz gibi, küresel kriz en yıkıcı etkisini istihdam üzerinde göstermiştir. ILO istatistiklerine göre, 2007 yılı sonunda 177 milyon olan dünyadaki işsiz sayısı 2010 yılı sonu itibarıyla yaklaşık 28 milyon artarak 205 milyona ulaşmıştır. ILO, 2011 yılı için işsiz sayısını 203,3 milyon olarak tahmin etmektedir.

Küresel ekonomideki toparlanma bu kayıpları telafi edememiÅŸtir. Ä°ÅŸsizlik oranları halen kriz öncesi seviyelerin üzerindedir. Mukayese etmek için Aralık 2007 tarihindeki mevsimsellikten arındırılmış iÅŸsizlik oranını 100 kabul edersek, 2011 Ekim ayı itibarıyla iÅŸsizlik seviyesi ABD’de 180’e, geliÅŸmiÅŸ ekonomilerde ve Euro Bölgesinde ise 140 seviyesine çıkmıştır. Ä°stihdam yaratmada Türkiye dünyadan pozitif yönde ayrışmıştır. Uygulamaya koyduÄŸumuz aktif iÅŸgücü politikaları ve güçlü büyüme sayesinde Türkiye rekor düzeyde istihdam yaratmıştır. Aralık 2007’deki mevsimsellikten arındırılmış iÅŸsizlik oranını 100 kabul edersek, 2011 AÄŸustos itibarıyla iÅŸsizlik seviyesi kriz öncesi seviyenin altına, 94’e kadar inmiÅŸtir.”

GELİŞMİŞ ÜLKELERİN BORÇ SORUNU
Bugün geliÅŸmiÅŸ ülkelerin borçların sürdürülebilirliÄŸi sorunuyla karşı karşıya olduÄŸunu, bu sorunun, küresel krizle ortaya çıkan özel sektör bilanço problemleri ve finansal sektördeki kırılganlıkların kamu bilançolarına yansımasından kaynaklandığına dikkati çeken ÅžimÅŸek, geliÅŸmiÅŸ ülkelerde krizöncesi dönemde ortalama yüzde 1,1 olan genel devlet bütçe açığının GSYH’ye oranının 2009 ve 2010’da sırasıyla yüzde 8,7’ye ve yüzde 7,5’e çıktığını, 2011 ve 2012’de ise bu oranın yüzde 6,5 ve yüzde 5,2 olacağının öngörüldüğünü bildirdi.

Euro Bölgesinde ise kriz öncesi dönemde yüzde 0,7 olan bütçe açığının GSYH’ye oranının, 2009 ve 2010’da sırasıyla yüzde 6,3’e ve yüzde 6’ya yükseldiÄŸini, alınan önlemlerin etkisiyle bu oranın 2011 ve 2012’de sırasıyla yüzde 4,1’e ve yüzde 3,1’e düşeceÄŸinin tahmin edildiÄŸini, özellikle geliÅŸmiÅŸ ülkelerde yükselen bütçe açıklarının, kamu borç stokunun da artmasına neden olduÄŸunu, 2007-2011 döneminde geliÅŸmiÅŸ ülkelerde kamu borç stokunun GSYH’ye oranının, ortalama 30 puan artarak yüzde 104 seviyesine çıktığını kaydetti.

ÅžimÅŸek, geliÅŸmiÅŸ G-20 ülkelerinde 2011’de yüzde 110 olan borç stokunun milli gelire oranının, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana görülen en yüksek seviye olduÄŸunu, bu oranın önümüzdeki yıl, daha da artarak yüzde 113 seviyesine çıkacağının tahmin edildiÄŸini, Avro Bölgesinde ortalama borç stokunun GSYH’ye oranının 2007’de yüzde 66,4 iken bu oranın 2011 itibarıyla yüzde 88,6’ya, 2012’de ise yüzde 90’a çıkmasının beklendiÄŸini anlattı.

Yapılan akademik çalışmaların, yüzde 90 seviyesindeki bir kamu borç stokunun uzun vadeli büyüme oranları üzerinde çok ciddi olumsuz etki yarattığını ortaya koyduÄŸunu aktaran Mehmet ÅžimÅŸek, geliÅŸmekte olan ülkelerde ise kamu finansman dengelerinin daha saÄŸlıklı bir görünüme sahip olduÄŸunu, bu ülkelerin her ne kadar krizle birlikte bütçe açığı vermiÅŸ olsalar da kriz sonrası uyguladıkları mali sıkılaÅŸtırma sayesinde bütçe açıklarını azalttıklarını, geliÅŸmekte olan ülkelerin krizöncesi dönemde GSYH’ye oran olarak yüzde 1,2 genel devlet bütçe fazlası verirken 2009 ve 2010 yıllarında sırasıyla yüzde 4,1 ve yüzde 2,9 oranında açık verdikleri bilgisini verdi.

GeliÅŸmekte olan ülkelerin, borç stoku bakımından da geliÅŸmiÅŸ ülkelere göre daha iyi durumda olduÄŸunu, bBu ülkelerde, kriz öncesinde yüzde 34,6 olan borç stokunun GSYH’ye oranı 2009 ve 2010’da sırasıyla yüzde 35,4’e ve yüzde 39,3’e çıktığını, 2011 ve 2012’de ise bu oranın yüzde 36,2’ye ve yüzde 34,5’e gerilemesi beklendiÄŸini belirten ÅžimÅŸek, şöyle devam etti:

”Türkiye’de ise uyguladığımız doÄŸru politikalar sayesinde mali dengelerimizde kriz öncesi seviyeleri yakaladık. Ãœlkemizde krizden önce yüzde 0,2 olan genel devlet bütçe açığının GSYH’ye oranı, küresel krizin etkisiyle 2009 yılında yüzde 5,5’e yükselmiÅŸtir. Hükümetimizin aldığı tedbirler sayesinde 2010 yılında yüzde 2,9’a gerileyen bütçe açığının, 2011’de yüzde 1 civarına düşeceÄŸi tahmin edilmektedir. Bu oranın 2012 yılında ise yüzde 0,8 olarak gerçekleÅŸeceÄŸini öngörüyoruz. Benzer ÅŸekilde kriz öncesi yüzde 39,9 olan brüt kamu borç stokunun GSYH’ye oranı krizle birlikte 2009’da yüzde 46,1’e yükselmiÅŸtir. SaÄŸladığımız bütçe disiplini sayesinde 2010 yılında yüzde 42,2’ye gerilemiÅŸ olan bu oranın, 2011 yılında yüzde 39,8’e, 2012’de ise yüzde 37’ye düşeceÄŸi öngörülmektedir.

Türkiye’de son zamanlarda gözlemlenen enflasyondaki artış sadece bize özgü bir durum deÄŸildir. 2010 yılında hedeflerimiz doÄŸrultusunda yüzde 6,4 olarak gerçekleÅŸen yıl sonu enflasyonunun, Merkez Bankası tahminlerine göre 2011 yıl sonu itibarıyla yüzde 8,3’e çıkacağı beklenmektedir. Bu artışta daha önce bahsettiÄŸim emtia fiyatlarındaki artışın yanı sıra; güçlü iç talep, Türk lirasındaki deÄŸer kaybı ve Ekim ayında yaptığımız vergi artışları etkili olmuÅŸtur. YavaÅŸlama sürecine giren iç talep ile enflasyonu yukarı iten diÄŸer faktörlerin etkisinin geçici olacağı dikkate alındığında enflasyonun 2012’de yüzde 5’lik hedefe yaklaÅŸacağını tahmin ediyoruz.

Küresel kriz sonrası dönemde Türkiye ekonomisi, sürekli iyileÅŸen kamu finansman dengeleri ve istihdam yaratan güçlü büyümesi ile birçok ülkeden pozitif yönde ayrışmıştır. Bu ayrışmada, hükümetimizin ortaya koyduÄŸu güçlü siyasi irade, kredibilitesi yüksek Orta Vadeli Program ve saÄŸlam bankacılık sektörü büyük rol oynamıştır. Türkiye ekonomisi kriz sonrası dönemde özel sektör dinamizmi ile çok güçlü bir büyüme sürecine girmiÅŸtir. Kriz sonrası dönemdeki büyüme performansı ile Türkiye, küresel büyüme liginde en üst sıralarda yerini almıştır. Birçok ülke henüzkriz öncesi GSYH seviyesine ulaÅŸamamışken Türkiye ekonomisi Haziran sonu itibarıyla sabit fiyatlarla kriz öncesi seviyesini yüzde 9 oranında aÅŸmıştır.”

ÅžimÅŸek, Türkiye ekonomisinin bu yıl yüzde 7,5, gelecek yıl ise dünya ekonomisine iliÅŸkin artan belirsizlikler ve en büyük ihracat pazarımız olan AB’deki kriz nedeniyle yüzde 4 civarında büyüyeceÄŸinin öngörüldüğünü bildirerek, ”Bu süreçte iç talep artışını daha makul düzeye çekmek için aldığımız tedbirler de etkili olacaktır” dedi.

Türkiye ekonomisinin güçlü performansının bir tesadüf olmadığını belirten Şimşek, şöyle devam etti:

”Gerek küresel kriz öncesi dönemde gerekse küresel kriz sürecinde ve sonrasında Hükümetimiz, tüm politika araçlarını orta vadeli bir perspektifle zamanında ve kararlı bir ÅŸekilde kullanmıştır. Türkiye, krizle mücadelede birçok bakımdan dünyaya örnek bir ülke olmuÅŸtur. AK Parti Hükümetleri döneminde (2003-2011) Türkiye ekonomisi, 2009’da yaÅŸanan son 60 yılın en büyük küresel krizine raÄŸmen ortalama yüzde 5,1 büyümüştür. Kriz öncesi dönemde (2003-2007) ise ortalama büyüme oranı yüzde 6,9 olmuÅŸtur. Bu performans, hem AK Parti Hükümetleri öncesindeki dokuz yıllık dönemin (1994-2002) yüzde 2,4’lük hem de 1924-2002 döneminin yüzde 4,5’lik büyümesinden daha güçlüdür.”

 

“GÜÇLÃœ MALÄ° DENGELER SAYESÄ°NDE ÃœLKEMÄ°Z Ä°LK DEFA BÄ°R KRÄ°ZÄ° KENDÄ° Ä°MKAN VE PROGRAMI Ä°LE AÅžMIÅžTIR”
Maliye Bakanı Mehmet ÅžimÅŸek, güçlü mali dengeler sayesinde Türkiye’nin ilk defa bir krizi kendi imkan ve programı ile aÅŸtığına dikkati çeker, ”Son 60 yılın en büyük küresel krizinin yaÅŸandığı bu dönemde, bir IMF programı veya Mali Kural olmadan da mali disiplinin sürdürülebileceÄŸini gösterdik” dedi.

TBMM Genel Kurulunda 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısını sunan ÅžimÅŸek, kriz sonrası ekonomik toparlanmanın en çarpıcı özelliklerinden birinin yüksek istihdam yaratan bir büyüme olması olduÄŸunu, 2007 yılında yüzde 10,3 olan manÅŸet iÅŸsizlik oranının, krizin etkisiyle Åžubat 2009’da yüzde 16,1’e kadar yükseldiÄŸini belirtti.

Uygulamaya koyulan aktif iÅŸgücü politikaları ve büyümede yakalanan güçlü performans sayesinde, AÄŸustos 2011 itibarıyla, iÅŸsizlik oranının yüzde 9,2’ye düştüğünü, böylece Türkiye’nin, iÅŸsizlik oranını kriz öncesi dönemin altına indiren nadir ülkelerden biri olduÄŸunu dile getiren ÅžimÅŸek, mevsimsellikten arındırılmış iÅŸsizlik oranının ise AÄŸustos ayı itibarıyla yüzde 9,6’ya gerileyerek bu serinin tutulmaya baÅŸlandığı 2005’ten bu yana en düşük seviyeye geldiÄŸini belirtti.

Türkiye’nin istihdamdaki baÅŸarısını daha iyi anlayabilmek için baÅŸka ülkelerin performansıyla karşılaÅŸtıran Bakan ÅžimÅŸek, istihdamdaki bu performansın, iÅŸgücüne katılım oranının hızla arttığı bir ortamda gerçekleÅŸtiÄŸini vurguladı.

2000’LÄ° YILLARDAKÄ° BÃœTE AÇIKLARI
2007’den bu yana iÅŸgücüne katılım oranının 4,8 puan artarak yüzde 51’e yükseldiÄŸini anlatan ÅžimÅŸek, devamla ÅŸunları kaydetti:

”Euro Bölgesinde derinleÅŸen kamu borç krizi tüm dünyada olduÄŸu gibi bizim ekonomimiz için de bir risk teÅŸkil etmektedir. Çünkü Avrupa BirliÄŸinin ekonomik performansı Türkiye açısından büyük önem taşımaktadır. Ä°hracatımızın yaklaşık yarısı, doÄŸrudan küresel yatırımların yaklaşık yüzde 80’den fazlası ve yabancı turistlerin yaklaşık yüzde 60’ı Avrupa BirliÄŸi kaynaklıdır.

Ancak saÄŸlam makroekonomik temelleri ve hızlı karar alma kabiliyetine sahip hükümetiyle ülkemiz dış ÅŸoklara karşı daha önce hiç olmadığı kadar dirençlidir. Türkiye’nin istihdam yaratan güçlü büyüme performansı, sürekli iyileÅŸen kamu finansman dengeleri, saÄŸlıklı bankacılık sektörü ve hanehalkı bilançosu ile kredibilitesi yüksek Orta Vadeli Programı, bize potansiyel risklere karşı güçlü bir manevra alanı saÄŸlamaktadır.

Türkiye’nin kamu finansman dengeleri son derece saÄŸlıklıdır. Kriz sonrası dönemde bütçe açıklarını ve kamu borçlarını hızlı bir ÅŸekilde iyileÅŸtirdik ve küresel kriz öncesi konuma getirdik. 2011 yılı sonu itibarıyla brüt kamu borç stokunun GSYH’ye oranının yüzde 39,8’e düşmesini bekliyoruz. Orta Vadeli Program dönemi sonunda (2014) bu oranın yüzde 32’ye düşmesini öngörüyoruz. Ayrıca kamu net dış borç stokunu Haziran sonu itibarıyla sıfırladık hatta dış dünyadan net olarak yaklaşık 300 milyon TL alacaklı konuma geldik.

Benzer ÅŸekilde, genel devlet bütçe açığını da neredeyse kriz öncesi seviyelere getirdik. Hükümetimizin aldığı tedbirler sayesinde genel devlet bütçe açığının GSYH’ye oranını, bu sene sonu itibarıyla yüzde 1’e düşürmüş olacağız. 2014 yılı sonu itibarıyla bu oranın yüzde 0,4’e düşeceÄŸini tahmin ediyoruz.

Åžayet, küresel krize 2000’li yılların başındaki gibi yüksek bütçe açıkları ve borç stoku ile yakalansaydık, küresel krize karşı hareket alanımız olmayacaktı ve kriz, ülkemiz üzerinde yıkıcı bir etki gösterecekti. 2002 yılında GSYH’nin yüzde 10,8’i olan bütçe açığını 2007 yılında yüzde 0,2’ye kadar indirdik. Aynı ÅŸekilde 2002 yılında GSYH’nin yüzde 74’ü olan kamu borç stokunu 34 puan düşürerek yüzde 40’ın altına indirdik.

Bu güçlü mali dengeler sayesinde ülkemiz ilk defa bir krizi kendi imkan ve programı ile aÅŸmıştır. Son 60 yılın en büyük küresel krizinin yaÅŸandığı bu dönemde, bir IMF programı veya Mali Kural olmadan da mali disiplinin sürdürülebileceÄŸini gösterdik. Küresel krizden sadece iki yıl sonra, olası yeni ÅŸoklara karşı mali manevra alanı yarattık.”

GLOBAL BANKACILIK SÄ°STEMÄ°
Euro Bölgesi kamu borç krizinin global bankacılık sistemini tehdit ettiÄŸi bu günlerde, Türk bankacılık sektörünün dünyadaki birçok ülke ile karşılaÅŸtırılamayacak kadar saÄŸlıklı olduÄŸunu, her ÅŸeyden önce bankacılık sektörünün sermaye yapısının güçlü olduÄŸunu, AK Parti hükümetleri döneminde Türk bankacılık sektörünün özkaynaklarının, yaklaşık 5 kat artarak 26 milyar TL’den Eylül 2011 itibarıyla 142 milyar TL’ye çıktığını ve bu sayede Basel II tanımlı sermaye yeterlilik oranının, yüzde 16,4 ile asgari yasal sınır olan yüzde 8’in iki katından yüksek olduÄŸunu belirtti.

Ä°kinci olarak, bankacılık sektörünün aktif kalitesinin oldukça yüksek olduÄŸunu, bankacılık sektöründeki kredi artışına raÄŸmen problemli kredilerin oranının giderek azaldığını, bu oranın 2002 yılında yüzde 17,6 iken Eylül 2011 itibarıyla yüzde 2,7’ye gerilediÄŸini, üçüncü olarak, bankacılık sektörünün özkaynak karlılık oranının küresel kriz döneminde bile yüksek seyrettiÄŸini belirten ÅžimÅŸek, ÅŸunları söyledi:

”AK Parti Hükümetleri öncesinde zayıf bankacılık sektörü sadece ekonomik istikrar programlarının baÅŸarısını engellemekle kalmamış, 1994 ve 2001 krizlerini tetikleyen önemli bir etken olmuÅŸtur. Oysa bugün bankacılık sektörü, küresel kriz sonrası dönemde Türkiye’nin güçlü çıkışını destekleyen en önemli unsur olmuÅŸtur. Kriz döneminde batık banka problemi yaÅŸamayan ve bu anlamda vatandaşına yük getirmeyen nadir ülkelerden birisiyiz. Çünkü geliÅŸmiÅŸ ve geliÅŸmekte olan birçok ülkenin ancak kriz sonrası dönemde baÅŸlattığı bankacılık sektörü stres testlerini, biz 2004’ten beri yapıyoruz. Yine küresel kriz sonrasında gündeme gelen, alınan risklere karşı daha yüksek sermaye gereÄŸi konusunda biz 2006’da adım attık ve yüzde 12 hedef sermaye yeterlilik oranı uygulamasını baÅŸlattık.

Türkiye’yi küresel belirsizliklerin arttığı bir dönemde diÄŸer ülkelerden ayıran faktörlerden biri de güçlü hanehalkı bilançosudur. Ãœlkemizde hanehalkının borçluluk düzeyi son yıllarda yükselse de hala nispeten düşüktür. Bundan da önemlisi hanehalkının borcunu döndürebilme kabiliyeti de yüksektir.

Kriz öncesi, yüzde 12,3 olan hanehalkı yükümlülüklerinin GSYH’ye oranı, Haziran 2011 itibarıyla yüzde 18,8’e çıkmıştır. Bu oran, bünyesinde birçok geliÅŸmekte olan ülkenin bulunduÄŸu AB-27’de ortalama yüzde 60 düzeyindedir.

Son olarak, hanehalkı bilançosunda kur riski yok denecek kadar azdır. Çünkü hükümetimiz makro-ihtiyati bir tedbir olarak hanehalkının döviz cinsinden borçlanmasına izin vermemektedir. 2002’de tüketici kredileri içerisinde döviz ve dövize endeksli kredilerin payı yüzde 15 iken Eylül 2011 ‘de yüzde 1 ‘e gerilemiÅŸtir.”

AA

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir