Bu Yargıyla Yerli Otomobil Olmaz

Fikri mülkiyet hakları ile ilgili ihtilafların yargıda kolaylıkla çözülemediği yerde, katma değeri yüksek üretim olmaz.

Bu ara bildiğimiz dünyada isyan ateşleri yanıyor. Hafta sonu dünyanın bin yerinde isyan gösterileri vardı. Yeni normalin eskisine benzemeyeceğinin en güçlü kanıtı ortalığı saran bu isyan ateşidir. Ben bugün bizatihi isyanların kendisi ile alakalı değilim. Bugün, bu yılın başından beri, takip ettiğim isyan gösterileri ile ilgili üç adet tespit yapmak istiyorum. Hem de böyle yazının tam da başında. Benim ilk gördüğüm şudur: Dünyada iki tür ülke vardır: Gösteriler sırasında göstericiden çok polisin zarar gördüğü ülkeler ile polisten çok göstericinin zarar gördüğü ülkeler. İngiltere ilk grupta, Türkiye ise hala ikinci gruptadır. Suriye’yi müsaadenizle değerlendirmeye bile almayacağım. İkinci tespit ise şudur: ilk grupta yer alan ülkelerde yargı sistemi, kimseye “hadi ama artık” dedirtmeden işini büyük bir hızla yapabilmektedir. İngiltere böyledir, Türkiye asla daha ilk gruba yaklaşabilmiş bile değildir. Yargı reformu adı altında geçen yıl yalnızca yargı sisteminin siyasi sahipliğini değiştirip, yargının operasyonel problemleri konusunda hiçbir şey yapmadığımız artık ayan beyan ortadadır. Üçüncüsü ise, ilk grupta yer alan ülkelerde, yerli otomobil olur, ikinci grupta yer alanlarda ise olmaz. İngiltere ilk grupta, Türkiye ise ikinci grupta yer almaktadır. Yerli otomobili yerli katma değerle üretebilme becerisi, bir bütündür. Yargı sistemi operasyonel problemler nedeniyle, işlemiyorsa, o ülkede yerli otomobil olmaz. Laf olur, icraat olmaz.

Şimdi meramıma geçeyim, izninizle. Londra’yı isyan ateşi ağustosun altıncı gününde sardı. Hatırlarsınız. Renk derisi farkı bir Birleşik Krallık vatandaşı bir yanlış anlamalar dizisinin kurbanı oldu ve polis tarafından vurularak öldürüldü. Londra ateşler içinde kaldı. Kentte mağazalar yağmalandı, binalar, arabalar yakıldı. Ağustosun yirmi dördünde, olayların sorumlusu gösterilen toplam 3100 kişi mahkemelere sevk edildi. Bunların hepsi tutuklu bile değildi. Yalnızca 1000 tanesi tutukluydu. Ağustosun sonunda 1200 kişinin mahkemeleri tamamlandı. Aynı suçlardan daha önce ceza almış olanlara oranla yüzde 20 daha ağır cezalar aldılar ve cezaevlerine gönderildiler. Eylül ayının ortası itibariyle birkaç hükümlünün temyiz duruşmaları bile tamamlanmıştı. Bütün bunları günlük İngiliz gazetelerinden derledim. Ben en çok The Guardian’ı kullandım ama kalanları da fena değildi. Neresinden bakarsanız bakın sonuç aynıydı: Ağustos ayının başında suç işleyenler, sayılarına bakılmaksızın, fazla mesai yapan mahkemelerde yargılandılar ve aynı ayın içinde cezaya çarptırıldılar. Cezaevlerine gönderilenler tutuklu değil, hükümlüydü.

İşte normal ülkelerde yargı böyle işliyor. Normal olmayan ülkelere örnek olarak ise rahatlıkla Türkiye’yi verebiliriz. Adını koyayım: Türkiye, yargı sisteminin operasyonel problemler nedeniyle işleyemediği bir ülkedir. Adalet, devlet düzeninin temeli ise, Türkiye’nin temelinde yapısal bir bozukluk vardır. Alın mesela Fenerbahçe davasını. Fenerbahçe davası ile Londra’da isyan davası aynı zamanda başlamıştır. Biri başlayıp bitmiş diğerinin daha ne olacağı belli değildir. Suçlamalar bile ortada yoktur. Fenerbahçe davası, bu ülkede, yargının operasyonel problemlerinin işaretlerinden yalnızca biridir. Sırada da Ergenekon, Balyoz gibi siyasi içerikli davalar da vardır. Hatta hatta unutun bu tür, suçlamaları kanıtlamanın ciddi bir operasyonel çaba ve beceri gerektirdiği, karmaşık davaları. Bu ülkede karşılıksız çek davalarının yüzde 98’i mahkeme sistemi dışında halledilmektedir. Burada suçu kanıtlamak için hiçbir operasyonel çaba ve beceri gerekmiyor. Biri birinden ödeme aracı olarak bir çek kabul etmiş, çekin karşılığı bankada çıkmamış, üzerinde de yazıyor. Böyle bir davanın sonuçlanması için, uzaya nasıl roket atıldığını bilmek filan gerekmiyor. Hemen sonuçlanması gerekiyor. Ama bakın o bile sonuçlanmıyor. O zaman kimse de yargıya gitmiyor.

Geçenlerde size “fikri mülkiyet hakları iyi tanımlanmamış bir ülkede katma değeri yüksek iş yapılmaz” demiştim. Bir adım daha atayım: Fikri mülkiyet hakları ile ilgili ihtilafların yargı sisteminde kolaylıkla çözülemediği yerde, katma değeri yüksek üretim olmaz. Çok isteseniz de olmaz. Lafla peynir gemisi yürümez. İcraat gerekir.
Peki, çözüm çok mu zordur? Hayır. Türkiye Barolar Birliği’nin İstanbul Adliyesi’ne rahat girebilmeleri için avukatlara sağladığı akıllı giriş kartları operasyonel problemlerden birine çözüm getirmiştir. Mikro reformlar niyetli olanlar için çok kolaydır.

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir