Hangi ölçekte bakar isek bakalım, borçlar ile gelirlerdeki reel artış veya azalış eğilimi orta-uzun vadeli gelecek hakkında genel bir fikir veriyor. Bu aşamada gelirler dar iken faaliyet gelirlerini dikkate alınması gerektiğini vurgulamak gerekiyor. Eğer gelirlerdeki artış hızı borçlardaki artış hızının üzerinde ise endişe edecek bir durumun olmadığını, ciddi bir risk olmadığını düşünebiliriz. Fakat durum tersine ise böyle devam edemeyeceğini, her şeyin değişmek zorunda kalabileceğini net bir şekilde ifade edebiliriz.
Küresel ölçekte gelirler ile borçlar arasındaki ilişkiye baktığımızda 1995 yılı sonrasında durumun hızlanan bir şekilde olumsuzlaştığını görüyoruz. Borçlar geometrik bir hızla artar iken, rekabet koşullarında yaşanan bozulma ve buna bağlı olarak oluşan nedenlerle faaliyet gelirleri eriyor. Bu durum tüm sektörleri ve ülke ekonomilerini aynı oranda olmasa bile etkiliyor. Neden böyle olduğu sorusunun yanıtını ise küreselleşmede ramak, karşılaştırmalı üstünlük teorilerinin hangi sebeple umulan sonucu vermediğini irdelemek gerekiyor. Birkaç ekonominin tüm sektörlerde uzmanlaşarak rekabet avantajını ele geçirmesi hem diğerlerinin dengelerini bozuyor, hem de bu sonuca sebep olan ideolojilerin çöküşüne sebep olabiliyor.
1995 yılından bugüne kadar geçen uzun sürede bu olumsuzluk ve beraberinde yarattığı sorunlar ile bugüne nasıl gelindiği ise ayrı bir konu oluyor, merkez bankalarının desteği ile oluşan varlık balonları ile açıklanması gerekiyor. Borçlar büyür iken, gelirlerin azalıyor olması sistemik riski gündeme getiren ödemeler sistemini felç edebilecek bir rahatsızlıktır. Merkez bankalarının yarattığı parasal genişleme sayesinde hem ödemeler dengesinin kilitlenmesi önlenebilmiş, hem de anormal boyutlara çıkan kaldıraçlı pozisyonlar sayesinde varlık balonları oluşmuş ve bu sayede devasa boyutlara ulaşan faaliyet dışı gelirlerin yardımı ile sorunlardaki ağırlaşma gizlenebilmiştir. Bu sürdürülebilir olmayan rotada ilerlendikçe sorunlar ağırlaşmış, sorunlar ağırlaştıkça gerçeklerden kaçılmış, çok büyük bedeller ödenmesi göze alınmadığı sürece içinden çıkılması imkânsız bir açmaz yaratılmıştır. 1995 yılı sonrasında bir yandan krizlerin kronikleşmesi ve tahrip gücünün artması, diğer yandan merkez bankalarının daha fazla parasal genişlemeye yönelmesi tesadüf değildir. Küreselleşmeye rağmen bu büyük sorunun çözülmesi de küreselleşmeden korumacılığa geçişte yıkıcı olabilecek büyük bedeller göze alınmadan mümkün değildir.
Başta Euro Bölgesi ve ABD olmak üzere, belirsizlik ve kırılganlığı artırantemel sorun faaliyet gelirleri olumsuz rekabet koşulları nedeniyle erir iken, borçların büyümesidir. Sorunu sadece kamu borcu veya bankaarda özkaynak yetersizliği ya da özel sektörün yetersizliği olarak görmek gerçeklerden kaçmaktır. Hepsi birden vardır ve serbest piyasa anlayışı çerçevesinde kalıcı bir çözüm yoktur. Orta-uzun vadede bu gerçeklerin algılanmasını engellemenin herhangi bir yolu yoktur, kısa vadeli beklentilerle durumu daha farklı imiş gibi göstermek, günü kurtarmak pahasına sorunların ağırlaşmasına göz yummaktır.
Almanya ve Fransa’nın Euro tahvili konusunda anlaÅŸması borçlar ve faaliyet gelirlerindeki eÄŸilimlerin yönünü deÄŸiÅŸtirerek sorunların ağırlaÅŸmasını engelleyecek bir durum deÄŸildir. Böyle bir yaklaşım daha iyi durumda olanları cezalandırmak ve kötü olanları ödüllendirmek dışında bir anlam taşımayacak, kısa vadede günü kurtarsa bile orta uzun vadede kırılganlığın artması kaçınılmaz olacaktır. Tabi istikrarsızlığın artması durumunda ayrılıkçı hareketlerin görece güçlü olanlardan geldiÄŸini söylüyor! Yine tarih kendini tekrarlar ve korumacılığın küreselleÅŸmenin yerini alacağını ve her ÅŸeyin çok sancılı bir ÅŸekilde deÄŸiÅŸmek durumunda kalacağını hiç aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor.