Türkiye’ nin gerçeklerini görmeyip, üç maymunu oynayan, iktidarı kızdırmamak uğruna canını kaybeden insanları bile yok sayan güzide medyamız IMF’ye yapılan son borç ödemesini ‘Var mısın, Yok musun’ yarışması tadında duyurdu. Ödemenin törenle yapılmasını ve yılları sair bir esaretin bittiğini manşetlerine taşıdı.
Bir borcun kapanmasından dolayı memnuniyet duymakla beraber, kazın ayağının öyle olmadığını dünkü yazımda kaleme almıştım. Bugün ‘çok borçlu’ denilen özel sektörün borçlanmasına neden olan bir kaç unsuru masaya yatırarak devam edeceğim.
Ama özel sektöre geçmeden önce ‘borcumuz bitti’ edasıyla yeri göğü inleten iktidarımıza Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı’ nın 2013/73 sayılı ve 22 Nisan 2013 tarihli basın duyurusunu hatırlatarak işe başlayalım?
“Merkezi yönetim brüt borç stoku 31.03.2013 tarihi itibarıyla 537,2 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. Borç stokunun 392,8 milyar TL tutarındaki kısmı Türk Lirası cinsi, 144,4 milyar TL tutarındaki kısmı döviz cinsi borçlardan oluşmaktadır.” Yani ortadaki borç sadece özel sektöre ait değil. İnanmayan hazine.gov.tr adresinden bakarak sağlamasını yapabilir.
Toplam dış borç stokunu on yılda yüzde 160 artıran, buna karşılık özelleştirmeler yoluyla varı yoğu satan iktidarımız ‘başarılı ekonomi palavrasını’ sıkmaya devam etsin, pozisyon açığımızın da ülke olarak 400 milyar doları aşmış olması, aslında teknik olarak batık olduğumuzu gösteriyor.
Sadece bankacılık sektörünün bile kısa vadeli borç tutarı 78 milyar doları bulmuş durumda. Reel sektörün döviz yükümlülüğü ise Ocak 2013 sonu itibariyle 232 milyar doları aşmış vaziyette.
Peki borç nasıl artırılır? Bunun bir sürü yolu var. Tüketici bazında krediler ve kredi kartı yoluyla tüketim ekonomisi uygulamaktan, 3 liralık projeyi 60 liraya yapıp, sonuçta da verim elde edememeye kadar uzanan bir yelpazeden bahsedebiliriz.
Fakat ben çok da konuşulmayan bir noktaya dikkatinizi çekerek bir başlık açmak istiyorum. Türkiye’de özelleştirmeler yapılıyor değil mi? Yap-işlet-devret yöntemiyle ihaleler gerçekleştirildiği de hepimizin malûmu…
Bunların doğruluğu ya da yanlışlığı kendi içinde ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, bu işlemlerin nasıl yapıldığına mercek tutmak gerekiyor. Çoğu insanın dikkatinden kaçan bir detay var.
Özelleştirmeler de, yap-işlet-devret modeli ihaleler de döviz bazında yapılıyor. Peki soru şu: Bu projeler neden döviz cinsinden yapılıyor? Çünkü bu durum ihaleye giren yerli firmaların döviz yükümlülüğünü artıran en önemli faktörlerden biri.
Döviz bazında iş alanlar dönüp, döviz bazında kaynak arayışını giriyorlar. Doğal olarak da bu reel sektörün döviz yükümlüğünü olumsuz yönde tetikleyen unsurlardan biri haline geliyor. Özelleştirmeler ve yap-işlet-devret modellerinin uygulamaları tamamen tartışmalı. Ama madem uyguluyorsunuz; buradan açık çağrıda bulunuyorum:
Burası Türkiye Cumhuriyeti, yapılan iş ve işlem de bu sınırların içinde olduğuna göre özellikle projeleri TL bazında ihale etmek gerekiyor. Çünkü bu haliyle hem reel sektörü döviz borcunu artırmaya itiyorsunuz; hem de değerini yere göğe sığdıramadığınız TL’ nin itibarını zedeliyorsunuz.
“Bir borcun kapanmasından dolayı memnuniyet duymakla beraber” :razz:
bankacılık sisteminin borçlarında hiç bir problem yok özel sektörün bedavadan biraz pahalı bulduğu borçlarda hızlı büyüme için gerekli diye düşünüyorum, bol kanlanma lazım hızlı büyümeye devam etmek için.
kur savaşları diye bir şey duydunuz mu bence duymuşsunuzdurda duymazdan gelirsiniz, ihaleleri tl bazında yapmamak TL nin itibarını zedelemek için değil değerinin yükselmesini engellemej ithalatı patlatmamak için olabilir mi, bütün dünya parasının değerini düşük tutmak için savaş verirken bizim ekonomi yönetimi TL itibarı mı düşünecek. O zamanda dersinizki “TL nin itibarı ile milletin gözünü boyamak isteyen ekonomi yönetimi değerlenen lira ile cari açığa tavan yaptırdı” demez misiniz? dersiniz dersiniz..