Ä°talya’nın durumunun da devreye girmesiyle Avrupa BirliÄŸi’ndeki sorunlar arttı. Bu ortamda kredi alanın ve verenin de daha temkinli davranma ihtimali var.
Ekonomide ısınmanın olup olmadığını anlamanın bir yolu, cumartesi bu köşede yer aldığı gibi, ısınmaya bağlı olarak ortaya çıkması beklenen sonuçlara bakmak. Bu açıdan enflasyon ve cari açık biçilmiş kaftan. Özellikle de ısınma ile ilgisiz fiyat hareketlerini dışlayan temel enflasyon göstergelerine ve yine ısınma ile ilgisiz nedenlerle cari işlemler hesabındaki bozulmaları dışlayan ‘enerji fiyatlarının sabit kalması halinde ortaya çıkacak cari açığa’ bakmak yararlı oluyor. Bu ikinci değişken, önemli bir ısınma sinyali veriyor.
İkinci bir bakış yolu, üretim düzeyi ile potansiyel üretim düzeyi arasındaki farkı incelemek. Burada ortaya çıkan sorun şu: Potansiyel üretim düzeyi gözlediğimiz bir değişken değil. Bu nedenle onu tahmin etmeye çalışıyoruz. Tahmin için kullanılan yöntemler farklı sonuçlar verebilir. Bu olası zayıf noktaya karşın, Türkiye için kriz öncesinde yapılan farklı çalışmalar benzer sonuçlara ulaşıyorlar: Türkiye’nin potansiyel büyüme hızının yüzde 4,5-5 aralığında olduğunu gösteriyorlar. 2001 krizi sonrasındaki yapısal reformlara bağlı olarak potansiyel büyüme hızının verdiğim aralığın üst sınırına dayanmış olabileceğini belirtenler de var.
Son birkaç yılda potansiyel büyüme hızımız artmış olabilir mi? Artmış olması için, teknoloji düzeyimizdeki, sermaye stokumuzdaki ve işgücümüzün beceri-eğitim düzeyindeki artışların, yüzde 4,5-5 potansiyel büyüme hızı dönemindeki artışlara kıyasla daha fazla olması gerekiyor. Bu da kendiliğinden olacak bir şey değil; bu alanlarda son birkaç yılda bizi eski performansımızın üzerine çıkaracak bir yapısal reform yapıldığını hatırlamıyorum. Bu kısa tartışma, potansiyel büyüme hızımızın yüzde 4.5-5 aralığının üzerine çıkmadığını ima ediyor. İşte bu ölçülemeyen ancak tahmin edilebilen potansiyel büyüme hızı çerçevesinde bakınca da Türkiye ekonomisinin bir süredir önemli ölçüde ısındığı saptanıyor.
Büyüme verileri yılın ilk çeyreğine ait. İkinci çeyreğe ilişkin ise bazı göstergeler var elimizde. Öte yandan en güncel enflasyon verisi hazirana, cari açık ise mayısa ait. Bundan sonra ne olacağı daha önemli. Dolayısıyla, ekonomik ısınma üçüncü bir boyuttan, bir de ileride ne olabileceği boyutundan ele alınabilir. Bu çerçevede iki noktaya dikkat etmek gerekiyor.
Birincisi, 2010’un sonlarından başlayarak önce Merkez Bankası (MB), seçimden sonra da Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) kredi arz ve talebindeki hızlı artışı yavaşlatmak üzere birtakım kararlar açıkladı. BDDK devreye girmeden, MB’nin kararları -ısınma çerçevesinde bakıldığında- başarılı olmadı. BDDK’nın devreye girişi ise yeni; beklemek gerekiyor. Yine de not edeyim: BDDK’nın kararlarının kredi talebini beklendiği ölçüde azaltmaması olasılığı var. Bu kararlar sonucunda ihtiyaç kredilerinin faizleri belirgin biçimde arttı. Ancak bu artış, ev kredisi gibi yüksek tutarlı olmayan ihtiyaç kredilerinin aylık taksitlerinde çok fazla bir artışa yol açmıyor. Ayrıca en güncel veriler kredi arzındaki artışın henüz hız kesmediğini gösteriyor. İkincisi, küresel belirsizlikler artıyor. İtalya’nın durumunun da devreye girmesi ile AB’deki sorunlar arttı. Bu ortamda hem kredi talep edenin hem de kredi verenin daha temkinli davranmaları ihtimali var. Umalım öyle olsun.