Başbakan Erdoğan hafta sonu kongrede partililerinin büyük teveccühü içinde bir konuşma yaptı… İki buçuk saati bulan bu konuşma içerisinde 10 yılın özetini yapmayı da ihmal etmedi. Elbette hitabın içindeki pek çok unsuru analiz etmek mümkün… Fakat ben ekonomi başlığına mercek tutmak istiyorum.
Öncelikle ‘başarılı ekonomi’ ısrarından vazgeçmedi. Ama bazı detayları verirken durumu çarpıttı. Mesela Türkiye’nin 10 yıl önceki ve mevcut ihracat rakamlarını aktardı, ama ithalata değinmedi. Kişi başı gelirden bahsetti, ama kişi başı borcu es geçti. Çok otomotiv satmakla övündü, ama bu otomobillerin çoğunun ithal edildiğini belirtmedi.
Bire bir hepsine verilecek bir cevap var. Fakat bunu yapmak yerine yine devlete ait bazı rakamlarla ‘başarılı ekonomi’nin gerçek yüzünü paylaşalım. Zira Maliye Bakanı Mehmet Şimşek olan bir iktidarın ekonomiye bakış açısı da malum. Mesela Şimşek’in ekonomisinin durumuna bakalım.
2011 yılında yatırımcısının en çok yüzünü güldüren bilişim sektörü değildi. Yüzde 36 geliriyle Cumhuriyet Altını’ydı… Sadece bu veri bile ekonomiye bakışı net bir biçimde sergiliyor. ‘Piyasalar’ algısından sermaye ve finans piyasalarını algılayan, not verenlere sitem edip, 32 milyar dolara mal olduklarını söyleyen bir zihniyet…
Peki gerçek ekonomi ne durumda? Başbakan’ın değinmediklerini biz paylaşalım. Hazine verilerine göre 2000 yılında kamu iç ve dış toplam borç stoku 85,8 milyar TL, AKP iktidarı alırken kriz sonrası etkiyle 252,7 milyar TL, 2012 ilk çeyrek itibariyle de 548,3 milyar TL…
Dönen çek sayısı geçen yıla göre bir misli artarken, senet sayısının da patladığı görülüyor. TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu Merkez Bankası kayıtlarına göre çekle ilgili 220 bin dosya olduğuna ve gerekli düzenleme yapılmazsa hapishanelerde yer bulunamayacağına işaret ediyor. Protestolu senet miktarı ise yine Merkez Bankası kayıtlarına göre 675 bin adede çıktı. Sizce bu sağlıklı bir piyasa göstergesi mi?
OECD raporlarına dönelim bir de… Başbakan refah düzeyi artan Türkiye’den bahsetti değil mi? Oysa araştırmalar gösteriyor ki, Türk Halkı’nın en önemli üç harcama kalemini gıda, barınma ve giyim oluşturuyor. Ek not verelim AC Nielsen’in raporuna göre de bu üçünün kredi kartı harcamalarındaki ağırlığı yüzde 80’lere vuruyor.
Yine OECD verisine dönersek üç kalem harcamanın içindeki gıdanın payının yüzde 29 olduğu gözüküyor. Peki bunu nasıl yorumlayacağız. Yorumunu piyasanın içinden bir isim, İstanbul Gıda Toptancı Tüccarları Derneği, yani Başbakan’ın övünerek içinden çıktığını söylediği Rami’nin Eski Genel Sekreteri Bülent Baykal yapıyor. ‘Bu oran gelirin düşük, gıda fiyatlarının yüksek olduğunu gösterir.”
Peki OECD raporuna göre refah düzeyi ne? O bu üçünden sonraki harcamalarda başlıyor. Haberleşme, ısınma, ulaşım, sağlık, aydınlanma, temizlik, spor, eğitim, kültür, ev eşyası, çevre, su ve tatil… Bunlar zor elde ediliyor.
Kanıt mı? TÜİK’in 2011 yılı sonu itibarıyla ortaya koyduğu, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’na göre, kurumsal olmayan nüfus içinde 62,6 milyon kişi tatil yapamıyor. Dikkatinizi çekerim refah denilen aynı zamanda sürekli zam yediğimiz başlıklar. İktidarın bizim refahımızda gözü mü var acaba?
İşin latifesi bir yana, üç hafta içinde yumurtanın fiyatının 12 kuruştan 24 kuruşa geldiği bir ülkede yaşıyoruz. Başbakan diyor ya ‘ekonomi iyi’ diye, o zaman sağlamasını müteşebbislerden yapalım:
2002 yılında esnaf sayısı 808 bin 89, şimdi ise 710 bin 365. Yani basit usule tabi esnaf ve sanatkârın sayısı 97 bin 724 azalıyor. Dönelim tüccara, yani gelir vergisi mükelleflerine… 2002 senesinde 1 milyon 761 bin 777, 2012 yılında 1 milyon 754 bin 972… Üzerine bir de nüfus artışını koyun ve öyle yorumlayın.
Hadi diyelim ki bunlar işlerini bilememişler. Dönelim şirketlere: 2002 senesinde ülkede 2 milyon 874 bin 927 şirket var. Geliyoruz muhteşem başarıla imza atılan 10 yılın sonunda 2012 senesine; sayı, 2 milyon 339 bin 26… Başarılı bir biçimde 535 bin 901 şirket kapanmış. Kaynak mı? Maliye Bakanlığı’na bağlı Gelir İdaresi Başkanlığı’nın internet sitesi…
Farz edelim ki, bunlar da ihracatı becerememiş… Türkiye’nin ihracatta lokomotif sayılan firmalarına dönelim. Orada da karşımıza İstanbul Sanayi Odası verileri çıkıyor. Ülke üretiminden ihracatına söz sahibi olan ilk 500 şirket araştırmasına göre 2010 yılında zarar bildiren sayısı 66 adet. 2011 senesinde rakam 120 sanayi kuruluşuna yükseliyor. Zarar bildiren sayısındaki artış oranı yüzde 81.
İkinci 500’de zarar bildirenler, yani ağırlıklı KOBİ’nin orta büyüklükte olanı ne durumda? 2010 yılı 58 sanayi kuruluşu, 2011 senesinde 120 sanayi kuruluşu… Zarar bildiren sayısındaki artış oranı yüzde 126… Toplamda ülkenin ilk 1000 sanayi kuruluşunun 245 tanesi zarar ediyor.
Merkez Bankası verilerine dönelim. Yabancıların Türkiye’deki yatırımları ve alınan dış krediler gibi uluslararası yükümlülüklerin dış varlıklarla karşılanamayan kısmını ifade eden, uluslararası yatırım pozisyonu açığı, 2012 Temmuz itibarıyla 377,3 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti. Oldukça başarılı…
Tüm bunların altına batma noktasındaki tarıma gizlenen işsizlik gerçeğini, dolaylı vergilerle halkın hortumlanmasını, zam üzerine gelen zamları, kazanç noktasında azalan turizm gelirlerini, konjonktürün de olumsuzluğuyla gerileyen ihracatı, düşen sanayi üretimini, kapasite kullanımını, alarm veren inşaat ve otomotiv sektörlerini koyun.
İthalata teslim edilen tarımda, bugün artan motorin fiyatları, ödenemeyen krediler göze çarpıyor. Rakamlara bakın. Besicilikte kullanılan 25 kg’lik saman balyası geçen sene 3 TL idi, bu yıl 10 – 13 TL arasında geziyor. Köylünün sütü ise sadece 70 kuruştan, 95 kuruşa çıkıyor.
Bugünlerde konuşulan tek şey ise alt üst olan bütçe nedeniyle arka arkaya gelen ve gelecek zamlar… Daha kongrenin akşamına doğalgaz ve elektriğe zam geldi. Üstelik bu yükü TÜİK verilerine göre 44,7 milyon kişisi borç ve taksitle yaşayan bir milletin sırtına dayıyorsunuz.
Üstüne bir de 12 milyonu aşkın yatağa aç gireni koyun. Rakam azaldıkça AKP’liler de ortaya çıkıyor. Ne diyeyim Başbakan ısrarla ekonominin ‘başarısı’ndan bahsediyor. Oysa o ‘başarı’nın gerçek yüzü, büyük bir alarm veriyor.
Sayın Başbakan ve kurmayları taraftarlarının bulunduğu salondan çıksın da, vatandaşın gerçekleri yüzüne korkudan söylemekten çekinmediği bir Türkiye yaratsın. Çünkü ısrarla altını çiziyorum, bu tabloda kurmaylarının kendisine aktardığı ‘ekonomide başarı’ bilgisi koca bir palavradır.