Memlekette para sıkışıklığı çaktırmadan aşılmaya çalışılıyor, ama başarılı olduğu şüpheli… Daha önceki yıllarda ekonomik rezaleti yurtdışından para getirerek örten iktidar, ülkenin ve insanların borçlanmasına aldırmadan süreci devam ettirdi.
Aslına bakarsanız işler çok kolaydı. Har vurup harman savuruyor; işleri eline yüzüne bulaştırıyor, para ihtiyacı oldu mu, sıcak paraya dayanıyor, memleketin insanlarını, firmalarını, bankalar aracılığıyla yurtdışına borçlandırıyorlardı.
Böylece kamunun borcu azalırken, hane halklarının borcu patlıyor ve devraldıklarında yüzde 5 olan seviye, yüzde 60 sınırına dayanıyordu. Arada yaptıkları özelleştirmelerle de durumu kağıt üzerinde iyi göstermeyi başarıyor, böylece de ‘ekonomik mucize’ palavraları altında meydanlara çıkıyorlardı.
Gelen sıcak para risk sınırı yüksek olsa da getirene çok para kazandırdığından ve dolayısıyla da bizi borçlandırdığından kur üzerinde baskı yaratıyor, TL gerçek değerinin çok üzerinde seyrediyordu. Bu da kişi başı gelirden, gerçek borç miktarının görülmesine kadar her konuda şaşılık yaratıyordu.
Fakat işler tersine dönmeye başladı. İlk darbe 2008 yılındaki krizle ortaya çıktı. Türev piyasa Türkiye’de olmadığından teğet muhabbeti yapıldı ama önce ihracat gelirlerini ve turizm kârlılığını vurmaya başladı.
Ardından parasal genişleme sürdükçe, dünyanın en güzel soyulan ülkesine bir süre daha para gelmeye devam etti. Ta ki ABD parasal genişlemeyi sonlandıracağını açıklayana kadar. İşte o gün ateş bacayı sardı. Bugüne kadar hazır parayla ve mal satarak geçinmeye alışan mirasyediler telaşa kapıldı.
Aslında bunun sinyallerini 2008 krizinden beri alıyorlardı. Bu nedenle bedelli askerlik denediler, istedikleri para gelmedi. 450 bin kişi umuyorlardı; 66 bin kişi başvurdu. Ufak bir ayrıntı onlar, tamamı başvuracakmış gibi bütçeye olası gelir yazdılar. Sonuç fiyasko…
2B ormanlarını satmaya kalktılar, hukuk engelledi. Sonra hukuka rağmen ısrarlarından vazgeçmediler. Ama durum değişmişti. 25 milyar dolar gelecek diye yola çıktıkları talandan bugün 3 milyar dolar bekliyorlar.
40 milyar dolar harcadıkları karayollarını 5,7 milyar dolara satmaya kalktılar. Vazgeçtiler… Çünkü kullanım süresine uygun borç alsalar, kasaya 8 milyar dolara yakın para gireceği ortaya çıktı. Yani lafın özü bunlar ‘taciriz’ diyorlar ya, bundan utanmak bir yana övünmelerine rağmen onu dahi, yani satmayı bile beceremiyorlar.
Telekom’dan Tekel’e ne sattılarsa memleket ekstradan zarar etti. Sonra iyice sıkıştılar. Kriz sürecinde 2010 yılında varlık barışı yaptılar. 48 milyar dolarlık beyan oldu. Tahakkuk ise 1,5 milyar TL.
Paranın kokusunu alan ve bir yıl içinde cari açık artı kısa vadeli borç için 220 milyar dolar nakit bulması gereken Türkiye şansını bir kez daha denedi. Ama sonuç tam bir hüsrandı… Aslında bu ülkedeki ekonomiye ve iktidara da güvenin göstergesiydi. Artık daha öncekilerin başına ne geldiyse?
Ekonomik sıkıntıya düştükçe petrol bulup, AB’ye giren iktidar son varlık barışında hedefi büyük koydu. Tam 130 milyar dolar beklediğini açıkladı. Sonuç 10,5 milyar TL. Kaba bir hesapla 5 milyar dolar.
Peki 130 milyar dolar bekleyip kasaya girmesini umdukları para neydi? Beyan edilen varlıklar üzerinden oran yüzde 2. Beklenen 2,6 milyar dolar. Gerçekleşen ne? Tahakkuk eden 1,3 milyar TL. Yani yaklaşık 650 milyon dolar. Kasaya giren 209 milyon TL. Yani 100 milyon dolar… Sonuç: Barışamadık. Beklenen para da gelmedi, kaldık ayazda.
Kolayı var Ziraat Bankası’nı, Milli Piyango’yu satarlar. Satılmasına karşı olsam da, iktidarın gözlükleriyle baksak bile sual şu: Kaça? Çünkü onu bile beceremiyorlar. Milli servet de, milli varlıklar da bu mirasyediler yüzünden çar çur olup gidiyor. Üstelik bunları da kendi malları gibi satıyorlar.
Peki neticede ne olur? Yediler en lüks restoranda yemekleri, adisyonu milletin masasına sıkıştırıp kaçacaklar. Ödeyin faturayı. Geçmiş olsun.
” memleketin insanlarını, firmalarını, bankalar aracılığıyla yurtdışına borçlandırıyorlardı” nasıl yahu?
beni kimse borçlandıramıyor, ben borç para almazsam borçlanmıyorum, sıradan bir vatandaşım?