Şu sıcak yaz günlerinin bizi kavurduğu süreçte, Avrupa’da panik havası, büyük bir tedirginlik var. Özellikle Yunanistan’ın ardından baş gösteren İtalya ve onu takip etmesi muhtemel İspanya Avrupa’yı tedirgin etmiş vaziyette. Şüphesiz bölge üzerinden rant peşinde koşanlar için durum böyle değil.
Çünkü ortadaki hadise sürpriz değil. Bu çöküş ve daha sonrası yüksek ihtimalle fiyatlandırılmış, olumlu ve olumsuz senaryolarda hangi temelde kârlılıkların elde edileceği şimdiden satın alınmıştır bile…
İşin bankerler kısmını bir kenara bırakırsak, ortadaki temel bir farkı ülke olarak tartışmak ve durumumuzun sağlamasını yapmak zorundayız. Çok garip değil mi, çöken ekonomilerin hepsiyle kredi notlarımız ya aynı ya da onların aşağısındayız. Ama bize övgüler düzülürken, onlar yerden yere vuruluyor.
Bu uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının objektif olmadığını ve uluslararası bankerlerin değirmen suyunda karar verdiklerini biliyoruz. Sadece böylesi bir sebeple bile hiçbirini dikkate almamayı tercih edebilirsiniz. Fakat kazın ayağı öyle değil.
Eğer siz ekonomik zihniyetinizi sürdürülebilir borçlanma üzerine kurduysanız ve sizden kat be kat fazlasını götürmek için dahi olsa gelecek paradan medet umuyorsanız, bunlarla ters düşemezsiniz. Türkiye’nin ekonomik model değişimini hedeflemeyen kimse, naylon kahramanlık yapmasın. Çünkü sokaktaki adam anlamasa da, dünyada Türkiye’yi komik duruma düşürüyorsunuz.
Zira herkes biliyor ki, IMF’ye olan borcunuzun düşmesi hiçbir anlam ifade etmiyor. Bu zihniyette ekonomiyi finanse etmek ve büyütmek konusunda ısrarlıysanız, IMF ya da Dünya Bankası ‘bunlar bizim çocuklar, her şartta tahsil ederiz’ demeden, dünyadan bu ülkeye, sıcak para olarak bir dolar bile gelmez. Keza sizin projeye ve üretime dayalı bir ekonominiz yok. Borç parayla millete sefa sürdürdüğünüzü zannediyor, ama batırıyorsunuz.
Dönelim en başa… Avrupa tir tir titrerken bizim bu rahatlığımızın sebebi ne? Çok daha güçlü bir altyapıya, sanayiye ya da sermaye birikimine sahip bir ülke olduğumuz için mi? Yoksa bankacılık sektörümüz çok sağlam olduğu için mi? O bankacılık sektörünün reel sektör borcunu çeviremediği gün, temelsiz binalar gibi çöktüğüne şahit olursanız, şaşırmayın. Çünkü birçok kredinin teminat sahibi o bankalar… Kimse bavulla para getirmediğine göre, paralar bu kuruluşların üzerinden ve güvencesi altında getirildi.
Peki Avrupa ile Türkiye’nin farkı ne? Çok basit ve üç kelimede gizli: Kendi gerçeğini bilmek… Orada da rakamlar çarpıtılıyor, bankalara sanal stres testleri yapılıyor, vatandaşın psikolojisi yönetilmeye çalışılıyor, ama ülkeleri yönetenler kendi yalanlarına inanmıyor. Vatandaş da bilinçli ve eğitimli olduğu için durumu sorguluyor.
Türkiye sanal bir alemde yaşıyor. Her türlü istatistik çarpıtılıyor, büyüme rakamları ‘nasıl’ sorgusu olmadan okunuyor, ihracata bakılıp, ithalata sırt dönülüyor, döviz kuru baskılanıyor, cari açık gibi tehlikeler yok sayılıyor, borçlanan vatandaşa ‘almasaydın’ deniliyor, daha da korkuncu ülkenin ekonomisini yönetenler vatandaşa söyledikleri yalana inanıyor. O zaman da ‘durum iyi, neden tedbir alalım ki’ anlayışı beliriyor. Vatandaş ise kendi gerçeğinin farkında olmadan açmış bayrağını, taraftarlık yapıyor.
Oysa sorunları çözmek, önce onları kabul etmekle başlar. Bu nedenle mesela Yunanistan krizden çıkma konusunda ağır fatura ödemek kaydıyla bizden daha şanslı. Neden derseniz, biz birilerinin ağzının içine bakıp, ‘cek-cak’larla ekonomi programı açıklayıp, ne söyledi diye sorduğunuzda da ‘ama karizması var’ yanıtını alabiliyoruz.
Unutmayın ki, Malkoçoğlu’nun da bir karizması vardı ama o sadece bir hayal kahramanıydı. Gerçek olan Cüneyt Arkın ya da Fahrettin Cüreklibatur’du. Ve o aslında kimseyi dövmüyordu. Bilmem anlatabildim mi?