Atilla Yeşilada’nın bugünkü yazısı
“Türkiye’yi parlamenter sistem mi, yoksa başkanlık sistemi mi kurtarır?” tartışmasına hiç girmedim, çünkü soru baştan yanlıştı. Soruyu böyle sormak, futbolu video-hakem ya da kale çizgisine kamera koyarak kurtarma çabasına benziyor. Türk futbolu niye her sene biraz daha geriye gidiyor, Kardeşim? Çünkü, hakem o kadar baskı altında ki, sahaya alt beziyle çıkıyor, çaldığı her düdük kaybet-kaybet. Futbolcu ahlaksız, omuzunda nefes hissetse kendini yere atıp Yeşilçam yıldızı gibi kıvranıyor. Seyirci hafta sonunda eş-dostuyla keyifli bir spor müsabakası seyretmeye değil, devletin ona ettiği zulmün hıncını çıkartmaya gelmiş. Başkanlık tartışması da öyle, Türkiye’yi mehdi yönetse, ya da Vatikan Kardinaller Konseyi, sonuç değişmez, geri kalmaya mahkumuz. Çünkü bu ülkede hiç kimse şu iki can alıcı sorunun cevabını düşünmüyor.
• Modern toplumların temel ihtiyacı olan güçler ayrılığı ilkesini tesis edecek sistem nasıl kurulur?
• İşlevsel demokrasi ve hızlı kalkınma için olmazsa-olmaz kurumlarımızı tamir etmek için politik sistemi nasıl rehabilite etmeliyiz?
Parlamenter sistem zaten AKP’li çoğunluğun fikrini Saray’a emanet etmesi ile fiilen bitti, OHAL’le komaya girdi. Bakın, muhalefeti yok sayan çoğunlukçu sistemleri sevmem, ama onlar da iş görebilir. Örnek ABD. Başkan Cumhuriyetçi, Temsilciler Meclisi ve Senato’da çoğunluk ha keza. Niye vergi reformu yasalaşmıyor? Çünkü her Kongre üyesi temsil ettiği ekonomik sınıf, etnik köken ya da seçim bölgesinin menfaatlerini korumak için kıyasıya mücadele veriyor. AKP’li MV de böyle savaşsa, muhalefetin yokluğu hissedilmez bile. Ama 2019’da tam-zamanlı başkanlık sistemine geçince bu günleri mumla arayacağız. Size bu öngörümü 3 örnekle açıklayacağım.