Türkiye’nin bugün en büyük sorunu ‘ne’ derseniz, ‘siyasileri, bürokratları ve akademisyenleri’ yanıtını veririm. Hepsinin ortak paydası ise düşünce ya da proje üretemiyor olmasıdır.
Projesi olduğunu söyleyenlerin ama, projeden, kavramından bihaber yaşayanların, fikir ile proje arasındaki farkı bilmeyenlerin ise arkasından nasıl teneke çalınıyor görmek lazım.
Doğal olarak bunlardan kaynaklanan boşluğu da ülkede İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal’ın deyimiyle kıymeti kendinden menkul, ‘genetiği değiştirilmiş aydınlar’ ve gazeteciler dolduruyor.
Ne diyor Einstein? “Karşılaşılan önemli sorunlar, o sorunları ortaya çıkaran düşünce düzeyinde çözülemez.” Hal böyle olunca düşünce üretecek büyük beyinlerin yerini de, ülkede dedikodu üretecek olanlar alıyor. Sonra da tepeden tırnağa her olayda herkes birbirine hakaret etmeye başlıyor.
Bugünlerde ülkeyi yönetecek bir Cumhurbaşkanı aranıyor. Bir tarafta Başbakan Erdoğan var ki konuşmaya değmez. Az sonra bahsedeceğim kriterlerin uzağından bile geçemiyor. Öte tarafta muhalefetin çatı adayları… Şu ya da bu kişi üzerinden geyik yapmak benim işim değil. O nedenle kişileri bir kenera atıp, vasıflardan bahsedelim.
Kritik soru şu: Geleceğin yöneticilerinde aranacak özellikler nedir? Vatan, millet sevgisini konu bile etmiyorum. Çünkü o zaten tartışmasız ve bir vasıf değil. Bugünün yokluğunda bize vasıfmış gibi geliyor. Tıpkı dürüstlüğün erdem olması gibi.
Oysa geleceğin yöneticilerinde durum farklı. Ulusal, uluslararası ve uzay pazarlarındaki bilim ve teknoloji, ekonomi, hukuk, kültür ve sanat ile diplomasi konularında devam eden gelişmelerin farkında olması şart.
Yeter mi? Hayır… Bunları sürekli takip eden, analitik düşünerek değerlendiren, bilgi ve kültür dolu olan, doğru hedef belirleyen kişidir doğru adres. Ama vasıflar burada bitmiyor.
Belirlenen hedefe ulaşabilecek projeyi okuyacak değil, hazırlayabilecek, projeler için gerekli kaynağı en ekonomik şekilde temin edebilecek ve hedefe ulaşabilecek yöneticiler lider olabilir.
Peki biz ne tartışıyoruz? Yüzde kaç oy aldı ya da alır? İşte bu tartışma zemini zaten Türkiye’nin seviyesini gösteriyor. Ütopyalarla, kişisel komplekslerine göre günübirlik politika belirleyenler ile, doğru düzgün tanımadıklarımızı kıyaslıyoruz.
Sonuç mu? Türkiye kendisini kimin temsil edeceğini değil, koltukta kimin oturacağını tartışıyor. Ve o koltuğa biri otursa da, o koltuk 1938’den beri bence boş duruyor. Yarınınızı arıyorsanız, kaygınız buysa Türkiye’nin ihtiyacını da net ortaya koymak gerekir,
Bu ülkenin nutuk atacak değil, nutuk yazacak yöneticilere, liderlere ihtiyacı var. Oysa herkes sadece nutuk atıyor.
Hayat böyledir; kimi nutuk atar tribünlere oynar, kimi de Atatürk gibi önce yapıp, sonra yazar. Ama bu fark bir ülkenin kaderini belirler. Tartışmanın düzeyi kişilere indiğinde de, ancak size göre kötünün iyisini seçersiniz. O da ancak size göre olur.
Not: Yıllık izin nedeniyle yazılarımıza bir süre ara veriyoruz. 30 Haziran Pazartesi günü tekrar buluşana kadar, ne olur bu söylediklerimi bir düşünün. Saygılarımla…