Yunanistan’a ilk kredi verildiğinde kredinin faizi Almanya’nın faizinden üç puan daha yüksekti.
Gelişmiş dünyanın iktisat çevreleri, iktisat kuramında olan, büyük çoğunlukla zaten gelişmiş dünyanın iktisatçıları tarafından geliştirilen, şimdiye değin daha çok yükselen piyasa ekonomileri için geçerli olduğu düşünülen, bu nedenle de pek ilgilenmedikleri ve iktisadın ana kolu dışında gördükleri kuramlarla tanışmaya başladılar. Ne var ki hâlâ bir kısmı, genelleme yapmak pek sevimli değil ama yapayım; daha çok Almanya’daki iktisatçılar, bu kuramlarla tanışmaya pek istekli görünmüyorlar.
Merkez bankalarının bankası konumundaki BIS, merkez bankacılara yönelik çeşitli toplantılar yapar. Görevim gereği bir ara düzenli olarak katıldım o toplantılara. Benim katıldığım düzeydeki toplantılar yılda iki kere yapıyorlardı. İlki Türkiye’nin de dahil olduğu Merkezi ve Doğu Avrupa’nın merkez bankacıları içindi. İkincisinde aynı gruba ek olarak Latin Amerika ülkelerinin merkez bankacıları ile İsrail, Suudi Arabistan ve Tunus’un merkez bankacıları da katılıyorlardı. Ayrıca her toplantıda Avrupa Merkez Bankası’nın ve birkaç uluslararası kurumun daha temsilcileri oluyordu.
Bu toplantılarda birbirlerinin ne dediklerini anlayan, diğerleri “Bunlar ne diyor?” şimdi derken deyim yerindeyse ‘leb demeden leblebiyi anlayanlar’, tahmin ettiniz, Latin Amerika ülkeleri, Türkiye ve İsrail’den katılanlardı. Özellikle Latin Amerika ülkelerinin büyük kısmı ve Türkiye yıllarca benzer sorunlarla uğraşmışlardı. İsrail de 1980’lerin ortalarına kadar aynı sorunlarla haşir neşir olmuştu. Güncelle de ilişki kurmak açısından şu örneği vereyim: Kamu borcunun yüksek düzeyde olduğu, bu borçtan doğan yükümlülüklerin yerine getirilebilirliğinden şüphe duyulan ve bu nedenle de riskli olarak addedilen ülkelerde, merkez bankalarının enflasyonla mücadele etmek için faiz haddini arttırmaları ters tepebilir. Hele bu tür bir faiz arttırımı, risk algılaması yükseldiği için ekonomik birimlerin dövize yönelmeleri sonucunda döviz kurunun artması ve bunun da ileride oluşturacağı enflasyonist baskıları önlemek için yapıldıysa. Risk algılamasının artmasının arkasındaki temel neden maliye politikasından herhangi bir düzelme işareti gelmemesi ise Merkez’in faizi arttırarak dövize yönelmeyi önlemesi mümkün olmayabilir. Aksine ‘işlerin kötüye gittiğini tescil ettiği’ için, böyle bir faiz arttırımı, dövize olan talebi körükleyebilir. Sonuçta döviz kuru daha çok artıp enflasyonu biraz daha yukarıya itebilir. Kısacası, Merkez faizi arttırarak enflasyonu aşağıya çekeyim derken enflasyonu yükseltecek bir iş yapmış olabilir. Bu söylediklerim bir olasılık ama bazı koşullar altında kuvvetli bir olasılık. Mesela Türkiye 2001 krizinden sonraki aylarda bu durumdaydı. Avrupa bu duruma düşmeden, bu tür bir olasılığı –iktisat kuramında buna ilişkin modeller olmasına karşın- gelişmiş ülkelerin merkez bankacılarına ya da uluslararası kurumların yetkililerine anlatmanız o kadar kolay değildi. Bu kuramlara özel bir ilgileri yoksa “Nasıl yani?” derlerdi. “Nasıl oluyor da merkez bankası faizi arttırıyor ve enflasyon yükseliyor?” Muhtemelen yanlış duyduklarını düşünür, bir daha sorarlardı. Bu görüşleri dile getirdiğiniz toplantılarda Latinler varsa rahat ederdiniz. Hemen söze girip nasıl bunun olacağını ya da zaten kendi ülkelerinde olduğunu anlatırlardı.
Çoğu gelişmiş ülkenin iktisat çevreleri ana akım dışında kalan bu kuramları hatırlamaya başladılar. Avrupa’nın sorunlu ülkelerine de yükselen piyasa ekonomisi gözlükleri ile bakılabileceğini anladılar. Ancak bu tavır değişikliği her yere ulaşmadı. Avrupa’nın sorunlu ülkelerinin İstikrar Fonu’ndan yararlanmaları için getirilen koşulları hatırlayın. Büyük ölçüde Almanya’nın dayatması ile konuldu o koşullar. Mesela Almanya’nın tahvilleri için geçerli olan faizlerin üzerinde bir faizle borçlanabiliyor bu ülkeler. Hele Yunanistan’a ilk kredi verildiğinde –Mayıs 2010’du yanlış hatırlamıyorsam- kredinin faizi Almanya’nın faizinden üç puan daha yüksekti. Şimdi, bu faizle bu ülke bütçesini nasıl toparlasın? İkincisi, zaten böyle yüksek bir risk primi ile borç verecekseniz, o ülkenin zor durumda olduğunu bir de siz tescil etmiş olmuyor musunuz? Bu ‘eğlenceli’ konu hakkında birkaç yazı daha kaleme alacağım.
Fatih ÖZATAY