Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, Türk Lirası’nı güçlendirme planını açıkladı. Zaten değerinin çok üzerinde bir çıtada bulunan para birimimiz için böyle bir yaklaşım sergilenmesi başlı başına bir tartışma konusu.
ABD ve Çin arasında değer tartışması yaşanırken, ABD, Çin’e ‘paranın değerini biraz yükselt ki, ben de mal satabileyim’ diye baskı yaparken, döviz karşısında aşırı değerli olan, ama son dönemde gerçek değerine yaklaşan TL’yi eski, yani aşırı değerli haline döndürmek için seferberlik ilan edildi.
Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır anlayabilmiş değilim. Zira bunun Türkçe tercümesi çok açık. Deniliyor ki: ‘ Ben paramın değerini yükseltiyorum. Buna karşılık dövizi baskılıyorum. Böylece ithalatın da önünü açıyorum.”
Aslında tam bir ‘kazan-kazan’ politikası… Döviz değersizleştiği için Türkiye kriz içerisindeki ülkelerin mal, ara malı ve hammaddelerini ithal ederek, oradaki soruna derman olacak. Türkiye de milli gelirinden borç seviyesine, büyümesinden enflasyonuna kadar birçok sorununu ortadan kaldırmış olacak. Elbette kağıt üzerinde…
Şimdi burada kazanç kavramını açmamız gerekiyor. Öncelikle yıllarca serbest kisvesi altında baskılanmış kur rejimiyle ihracatçının belini bükmedik mi? TL bazında maliyetleri artan, enflasyon rakamlarına baktığınızda maliyetlerini fiyatına yansıtamayan, buna karşılık günümüzde 119 milyar doları aşan döviz pozisyon açığı noktasına ulaşmış reel sektörü yıllardır kurban etmedik mi?
Böyle bir yapı içerisinde ithalatın tekrar piyasaya hakim olması, dış ticaret açığı ve buna paralel cari açığın artması kaçınılmazdır. Tek güvendikleri üreticinin imalat yapmayıp, ara malı ithalatını azaltması. Bu da ne kadar iyi bir gelişmedir, takdirinize bırakıyorum.
Peki içte sözde kazanç kimin açısından geçerli? AKP iktidarının kağıt üzerindeki ekonomisinin, yani rakamlar ekonomisinin nispi olarak başarılı gözükmesi, bu ülkenin gerçeklerinden daha mı önemli? Başarılı ekonomi palavrasının güncelleme olarak iliklerimize kadar işlediğini dikkate alır ve bunun devamının geleceğini düşünürseniz, kararı siz verin.
Türkiye ısrarla sıcak para ve ithalat kaynaklı büyüme hayalinden vazgeçemedi. Geleceğe yönelik tüm hesapların batı ekonomilerindeki resesyona bağlanmış olması ne acı. Üreticinin ihracatı düşecek, dış satım düştükçe üretimdeki ara malı ithalatı azalacak ve böylece cari açık da düşecek. Acınası bir politika…
Yine de bunun borcun sürdürülebilirliği, büyüme, kişi başı gelir gibi unsurlara olumsuz yansıması olacağından da kapıyı aralık bırakıyorlar. Dövizi baskılamaya devam ediyorlar. Çünkü biliyorlar ki, çok güvendikleri döviz stoğu, kısa ve orta vadeli borçları karşılamıyor. Ani bir para çıkışı ise felaket getirir. Bu arada bir yıldan fazla borçlara orta vadeli dediklerini de hatırlatırım.
Velhasıl kelam Türkiye altın tepsi içinde finans ve reel pazarını yabancılara sunuyor. Sanırım İngiliz Dışişleri Bakanı’nın G20 Zirvesi’nde ağzından kaçırdığı “Faturayı gelişmekte olan ülkeler ödemeli’ ifadesinin anlamı bu olsa gerek.
Gerçek bu… İster inanırsınız, ister inanmazsınız. Yok inanmamayı tercih ediyorsanız, açın televizyonlarınızı ve gazetelerinizi, Başbakan tarafından güncellenmiş medyadan sanal Türkiye’yi okuyun. Şüphesiz kendi gerçeğinize yabancılaşarak…