Geride bırakmaya hazırlandığımız 2011 yılı genelinde küresel düzeyde yaÅŸanan geliÅŸmeler ilginç görüntüler sergiledi. Euro Bölgesi tüm çabalarına raÄŸmen gündem olmaktan kurtulamadı ve yıpranmaya devam etti; diÄŸer önemli geliÅŸmeleri gölgede bıraktı, dikkatlerden uzaklaÅŸtırarak gerçeklerin olması gerektiÄŸi gibi algılanmasını engelledi. Piyasaların benimsediÄŸi kısa vadeli ve spekülatif bakış açısı ve nereden geldiÄŸi yeterince açık olmayan yönlendirmeler bu tablonun ÅŸekillenmesinde belirleyici oldu. Avrupa Merkez Bankası’nın yılın ilk yarısında kısa vadeli faizleri yükselterek gündemi farklılaÅŸtırmaya çalışma gayreti baÅŸarılı olamadı, baÅŸta Euro Bölgesi’ndeki hesaplar olmak üzere her ÅŸey deÄŸiÅŸmeye baÅŸladı; bu senenin son çeyrek döneminde faizler yeniden geriletlidi. Faizlere iliÅŸkin eÄŸilimler hem euronun deÄŸerini, hem de beklentilerin yönünü ÅŸekillendirdi. Bu aÅŸamada yaÅŸanan belirsizliÄŸi anlamak ve geleceÄŸe ışık tutmak adına sorgulamak gerekiyor. Kısa vadeli faizler neden yükseltildi ve daha sonra geriletildi. Finansal piyasalar birbirine zot bu iki eylemi de algıladı ise ne yaptığının ve nereye sürüklendiÄŸinin farkında mı?
EÄŸer euro faizlerinde yükseliÅŸ beklentisi sayesinde güçlü kalabilse idi, Avrupa Merkez Bankası açısından enflasyon baskısı üretmeden parasal örtülü geniÅŸleme mümkün olabilecek, gerek mali sistem, gerekse üye ekonomiler birikmiÅŸ sorunlarına raÄŸmen bu ölçüde bunalmayacak, likiditenin akışkanlığı sayesinde beklentiler bugünkü ölçüde bozulmayacaktı. Piyasalar Euro Bölgesi’ne oranla ABD’nin daha sorunlu olduÄŸunu düşünecek, gündem ve tüm eÄŸilimler farklılaÅŸabilecekti. Goldman Sachslı eski yöneticiler Avrupa BirliÄŸi açısından önemli konumlara gelemeyecek, çaresizlik bugünkü boyutlara ulaÅŸamayacakı… Birileri kendi çıkarları gereÄŸi böyle olmasını istemedi, kredi deÄŸerlendirme ÅŸirketleri bu süreçte kritik roller üstlendi. Bu durumun DoÄŸu Avrupa, OrtadoÄŸu ve Kuzey Afrika olmak üzere küresel düzeyde yaratacağı istikrarsızlık üzerinde hiç kafa yorulmadı…
Asya krizi sonrasında da kısmen benzer bir durum oluÅŸmuÅŸ idi. 1999 yılı başında kullanıma giren euro, iki yıl içinde yüzde 25-30 düzeyinde deÄŸer kazanabilir ise daha kolay toparlanılabileceÄŸi ve sorunların ağırlaÅŸmasının önlenebileceÄŸi düşünülmüş idi. Zira yerel paranın deÄŸer kaybetmesi durumunda enflasyon baskısının artacağı ve geleceÄŸin kontrolünün kaybedilebileceÄŸi varsayımından hareket edilmiÅŸ idi. Fakat Atlantik’in diÄŸer tarafından gelen müdahaleler nedeniyle Avrupalılar’ın yaptığı hesaplar tutmadı,günü kurtarmak adına teslimiyete ve taÅŸeronlaÅŸmaya boyun eÄŸmek zorunda kalındı. Vizyonsuz kalan ve akıntı ile sürüklenen Avrupa, 11 Eylül sonrasından küresel krize kadar olan dönemde kısmi bir rahatlama yaÅŸadı ve sonrasında durum yeniden deÄŸiÅŸti. Spekülatif ataklar önce DoÄŸu Avrupa ekonomileri, daha sonra Yunanistan, Portekiz ve Ä°rlanda’yı vurmaya baÅŸladı. Euroyu güçlü tutmak ve mali sektörde olası kırılganlık artışını engellemek adına faizler yükseltilince sıra Ä°spanya, Ä°talya, Fransa ve Almanya gibi büyükleri hedefledi. Ekonomik daralma yönündeki beklentiler artarken, enflasyon baskısı yükselmeye, istikrarsızlık tehlikesi büyüdü. AB üyeleri hayallerinden uzaklaÅŸtı, düşmek istemedikleri durumlardan kaçınmaları zorlaÅŸtı.
Küresel güçler arasında yaÅŸanan bu çekiÅŸmeler ve ortaya çıkan sonuçlar Türkiye’yi de etkiliyor. Euro Bölgesi’nin daralması, ortak paranın daha da itibar kaybedeceÄŸi beklentilerinin güçlenmesi ekonomik iliÅŸkileri olumsuz etkiliyor. Ä°hracat potansiyelimiz dış finansman imkanlarımız daralıyor. Euro güçlü veya güçleniyor iken yaÅŸadığımız rahatlık yerini endiÅŸeye bırakıyor. Kısa vadeli ve spekülatif dürtüler ile hareket eden finansal sermaye ise hem risk alır, hem de riskten kaçınmaya çalışır iken yıkıcı olmaktan kurtulamıyor…
Sorunları küçük iken çözmemenin ve gerçeklerden uzaklaÅŸmanın ÅŸimdilik açığa çıkardığı bedeller, gelecek konusunda umutlu olmayı zorlaÅŸtırıyor…