Kamu borcu düşük olan ülkeler ekonomilerinin daralmaları karşısında daha çok tepki verebiliyorlar.
Orta Vadeli Program’ın 2012 büyüme tahmini yüzde 4, OECD’nin yüzde 3, IMF’ninki ise yüzde 2’ydi. Büyüme oranında keskin düşüş beklentisinin iki temel nedeni var: Birincisi, ihracatımızın yarısı Avrupa’ya yönelik. Onların sorunlarla boğuşmaları, bizden daha az mal satın almaları anlamına geliyor. İkincisi, Avrupa’daki bankaların kredi stoklarını önemli miktarda azaltmaları bekleniyor. Türkiye yurtdışından daha zor borç bulacak. Ödemeler dengesi verileri bu gelişmenin birkaç aydır fiilen yaşanmakta olduğunu gösteriyor.
Büyüme oranı için yüzde 1-3 aralığı şu anda akla yakın görünüyor. Avrupa’da işlerin kötüye gitmesi durumunda ekonomimizin küçülmesi olasılığı bulunduğunu da unutmamak gerekiyor. Peki, böyle sevimsiz bir durum ortaya çıkarsa Türkiye neler yapabilir? Bu soruya yanıt verebilmek için ekonomik küçülmenin temel olarak yurtdışından sağlanan finans kanalındaki tıkanıklıktan kaynaklanacağına dikkat etmek gerekiyor.
Enflasyon yüzde 10’un biraz üzerinde ya da tek haneli ama yüzde 10’a çok yakın bir yerde olacak yılın ilk aylarında. Bu durumda ikna edici bir gerekçe bulmadan para politikasının yönünü değiştirmesi zor olur. Ancak ekonomik küçülmeye karşı yapılabilecekleri tartıştığımız için küçülmeye bağlı olarak kâr marjlarının belirgin biçimde daralacağı ve fiyatlara aşağı doğru baskı yapacağı ileri sürülebilir. Türkiye’nin yurtdışından borç bulmakta zorlanması döviz kurunu ve dolayısıyla fiyatları yukarıya doğru itecektir. Küçülmenin aşağıya doğru baskısı daha ağır basarsa enflasyon açısından ikna edici bir gerekçe çıkmış olur ve en azından zorunlu karşılık oranları aşağıya çekilebilir. Yine de para politikası açısından böyle bir ortamda net konuşmak mümkün değil. Zaten Merkez Bankası’nın çok geniş bir faiz aralığı kullanmasının nedeni de bu belirsizlik.
Maliye politikası açısından yapılabilecekler hakkında ise daha net bir şeyler söylenebilir. Grafikte, küresel krizden etkileneceklerini düşünen bazı yükselen piyasa ekonomilerinin Nisan 2009 itibariyle maliye politikalarını ne ölçüde gevşettikleri ya da gevşeteceklerini açıkladıkları gösteriliyor. Yatay eksende mali gevşemenin gayri safi yurtiçi hasılaya (GSYH) oranı var: Doğuya doğru artıyor. Dikey eksende ise aynı ülkelerin kamu borçlarının GSYH’ye oranları yer alıyor: Bu oran kuzeye doğru gidildikçe artıyor. Beklenen ilişki şu: “Borç oranı yüksek olan ülkeler daha az, borç oranı düşük olan ülkeler ise daha çok mali gevşemeye giderler.” Gerçekten de öyle olmuş. Grafikte yer alan eğri, bu ilişkiyi gösteriyor ve kuzeybatıdan güneydoğuya doğru yönelen bir eğime sahip.
Kısacası, kamu borcu düşük olan ülkeler, ekonomilerinin daralmaları karşısında daha çok tepki verebiliyorlar. Elbette bunu yapabilmeleri için başka nedenlerle ekonomilerine karşı artan bir risk algılaması olmamalı. Aksi takdirde kaş yapayım derken göz çıkarırlar. Türkiye’nin borç oranı şu anda yüzde 41 ve 2008 sonundaki yüzde 40 düzeyine çok yakın. Türkiye, gerekmesi halinde, iç talebi arttırıcı bir mali genişleme politikası uygulayabilir. “Ama cari açık nedeniyle risk algılaması oldukça yüksek; bu tür bir politika, riski daha da arttırır” diye itiraz edilebilir. Bu haklı bir itiraz olmaz. Zira ele alınan senaryoda Türkiye dışarıdan yeteri kadar finansman bulamaması nedeniyle küçülüyor. Yani cari işlemler açığı oldukça düşük bir düzeye iniyor.
Neyse, umalım ki böyle bir politikaya ihtiyaç kalmasın.
Grafik 1. Küresel kriz sırasında kamu borcu ile mali genişleme önlemleri arasındaki ilişki (GSYH’ye % oranlar).