Çin’den Türkiye’deki Tarımsal VerimliliÄŸe Bir Yolculuk

Avrupa’daki krize odaklanırken çok önemli baÅŸka bir bölgeyi göz ardı ediyoruz: Çin. Son iki hafta içinde Çin’deki gidiÅŸatın gidiÅŸat olmadığına dair konunun uzmanı iki iktisatçıdan dikkat çekici uyarılar geldi. Ä°lk uyarıyı BirleÅŸmiÅŸ Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nın (UNCTAD’ın) eski baÅŸ ekonomisti hocam Yılmaz Akyüz dillendirdi. Ä°ktisat ve Toplum dergisinin birkaç hafta önce gün yüzüne çıkan on üçüncü sayısında ‘Küresel Kriz ve Yükselen Ekonomilerde Büyüme ve Ä°stikrar: Çift Åžeritli Yol mu, Yoksa Yolun Sonu mu?’ baÅŸlıklı önemli bir yazısı çıktı. Akyüz, ÅŸu anda Cenevre South Centre’nin baÅŸekonomisti. Ä°kinci uyarıyı ise Nobel iktisat ödülü sahibi Paul Krugman 18 Aralık’ta New York Times’deki köşesinden yaptı.

Çin nereye?

Her iki yazı da Çin ekonomisinde giderek derinleÅŸen ve sürdürülemez bir biçim alma yolunda hızla ilerleyen ÅŸu temel soruna dikkat çekiyor. Çin ekonomisi hızla büyüyor. Bu büyüme karşın, Çin’de tüketim harcamalarının gayri safi yurtiçi hasılaya (GSYH) oranı sadece yüzde 35 düzeyinde. ‘Sadece’ diyorum; çünkü bu oran ‘normal’ bir ekonomide yüzde 70 dolaylarında. Mesela Türkiye’de böyle, ABD’de de. Akyüz’ün rakamlarıyla: 2008’e kadar Çin’de özel tüketim yılda ortalama yüzde 8’in altında büyürken milli gelir yüzde 10.5 oranında artmış. Aradaki talep boÅŸluÄŸu da yılda ortalama yüzde 25 büyüyen ihracat ve buna baÄŸlı olarak yüzde 13 dolayında büyüyen yatırımlar ile kapatılmış.

Kısacası Çin, milli gelir artışı ile tüketim artışı arasındaki açığı ihracat ve yatırım ile kapatarak hızla büyümeye çalışıyor. Bugüne kadar baÅŸarılı oldu da. Sorun ÅŸu ki, ABD ekonomisinin yavaşça toparlandığı, Avrupa’nın ise sorunlarla boÄŸuÅŸtuÄŸu ve bu nedenle uzunca bir süre eski büyüme hızını yakalayamayacağı bu ortamda, geçmiÅŸteki ihracat performansına ulaÅŸması zor görünüyor Çin’in. Kaldı ki, toparlansa bile, konut balonunun oluÅŸtuÄŸu dönemdeki tüketim artış oranlarının ABD’de bir daha yaÅŸanması zor görülüyor. Bu nedenle de Çin’in ihracat artışının eskisi kadar olamayacağına dikkat çekiliyor.

Tüketmeyen bu ülkede çok hızlı artan yatırımlarla oluÅŸturulan kapasiteyle üretilecek ürünleri kim alacak? Ek olarak küresel kriz sırasında uygulanan politikalar nedeniyle Çin’de önemli bir inÅŸaat faaliyeti oluÅŸtuÄŸu belirtiliyor. Bu faaliyet ucuz ve bol banka kredisi ile finanse ediliyor. Kısacası Çin’de önemli bir balonun oluÅŸtuÄŸundan korkuluyor. Balonların ne kadar ÅŸiÅŸerlerse o kadar patlamaya yaklaÅŸtıklarını biliyoruz. Bu tür bir patlamadan ürkülüyor. Hele Avrupa bu haldeyken.

Çin’de piÅŸen Türkiye’ye…

Geçen haftaki uzun yazımda Avrupa ve ABD’deki durumu ve olası geliÅŸmeleri inceledikten sonra Türkiye’ye dönmüş ve 2012 yılına iliÅŸkin bazı senaryolar vermiÅŸtim. GerçekleÅŸmesi en güçlü senaryo ÅŸuydu: ABD’de iÅŸler yavaşça rayına giriyor, bu nedenle ABD Merkez Bankası (FED) yeni bir parasal geniÅŸlemeye gitmiyordu. Ama vaktiyle bol kepçe saçtığı paraları da 2012’de geri çekmeye giriÅŸmiyordu. Keza politika faizinde de bir artış sürecini baÅŸlatmıyordu. Öte yandan, baÅŸkanlık seçimi öncesinde yeni bir mali geniÅŸleme mümkün görünmüyordu.

Buna karşın, Avrupa’da iÅŸler bugünküne kıyasla bir parça daha kötüleÅŸiyordu. Kriz daha da derinleÅŸmiyordu ama Avrupalılar debelenmeyi sürdürüyorlardı. Bu ortamda Avrupalı bankalar taze sermaye bulamayacakları için, saÄŸlamaları gereken sermaye-kredi oranını bilanço küçülterek saÄŸlamaya çalışıyorlardı. Öte yandan, Avrupa’daki sorunlu ülkeler tüm 2012 boyunca bütçe açıklarının ve vadesi gelen borçlarının finansmanı için yeniden borç bulmakta zorluk çekiyorlardı. Sonuçta Avrupa ekonomisi ya çok düşük bir hızla büyüyor ya da bir miktar küçülüyordu.

Bu temel senaryo altında, 2012’de Türkiye ekonomisinin ulaÅŸabileceÄŸi büyüme hızının yüzde 1-3 arasında bir yerde olacağını belirtmiÅŸtim. Zira birincisi, söz konusu koÅŸullar altında ÅŸirketlerimiz ve bankalarımız taze finansman bulmakta zorlanacaklar. Ä°kincisi, ihracatımızın yarıya yakını yaptığımız Avrupa’ya eski düzeyde mal satmakta talep engeliyle karşılaÅŸacağız. Daha kötü de olabilir: Avrupa’da iÅŸlerin kötüye gitmesi olasılığı az deÄŸil. Bu durumda ekonomimizin küçülme ihtimali de var.

Bu ortamda Çin’in başının belaya girmesinin bizim açımızdan önemli etkileri olacağı açık. Belki bazı ihracat pazarlarımızda bir miktar rahatlayabiliriz ama kürenin ne denli karışacağı dikkate alındığında, bizim açımızdan net sonuç kötü olur. Elbette, Çin’in karışması ÅŸimdilik bir olasılık. Karışmayabilir de. Ãœstelik karışsa bile bunun zamanlamasını kestirmek mümkün deÄŸil. Özellikle ABD’den saçılan likiditenin 2012’de geri çekilmeyeceÄŸi ve FED’in faiz artırımına baÅŸlamayacağı göz önüne alınınca. Ancak bu iki uzmanın söylediklerine de önem vermek gerekiyor.

Uzun dönemli bir perspektif   

Söz büyümeden açılmışken salt 2012 büyümesi ile yetinmeyeyim. Hazır yeni yıla giriyorken daha uzun dönemli bir perspektifte yeniden bakayım büyüme olgusuna. Sadece ‘takvim yılının’ deÄŸiÅŸmesi deÄŸil bu yeniden bakışın nedeni. Ä°ki yeni çalışmadan da söz etmek istiyorum bu vesileyle.

Uzun dönemli büyümeye yeniden bakarken eski tablo ve grafikleri kullanmak olmaz; isteyenler Dünya’nın arÅŸivinden eski yazılarıma bakabilirler, yenilerini kullanmak gerekir. Tablo 1’de, 1950’den bu yana, onar yıllık dönemler itibarıyla kiÅŸi başına reel (1998 fiyatlarıyla lira cinsinden) gelir düzeyimizin geliÅŸimine iliÅŸkin bilgiler yer alıyor. Ä°kinci sütunda, dönem sonundaki fert başına reel GSYH’nin, dönem başındakine kıyasla kaç kat daha yüksek olduÄŸu gösteriliyor. Son sütunda ise ilgili on yıllık dönemdeki kiÅŸi başına ortalama GSYH artış hızı var.

1950’den bu yana fert başına gelirimiz ortalama olarak yüzde 2.58 oranında büyümüş. 2000’den bu yana gerçekleÅŸtirdiÄŸimiz ortalama büyüme hızı da bu düzeyde: Yüzde 2.55. Oysa 1951-1960, 1961-1970 ve 1981-1990 dönemlerinde fert başına daha yüksek bir büyüme hızı yakalamışız.

Bu, yurtiçinde dönemler arası yapılan bir karşılaÅŸtırma. Bir de ülkelerarası karşılaÅŸtırma yapmakta yarar var. Bu karşılaÅŸtırmayı yapabilmek için ülkelerin GSYH’lerini aynı para birimi cinsinden ölçmek gerekiyor. Bu gerekli ama yeterli deÄŸil. Ek olarak her ülkenin fertlerinin satın alma gücüne göre GSYH’lerini düzenlemek lazım. Çok şükür bu zor iÅŸlemleri yapanlar var: BirleÅŸmiÅŸ Milletler, Dünya Bankası, IMF ve Pennslyvania Ãœniversitesi. Hepsini de internetten bulmak mümkün. IMF’nin verilerini kullanıyorum. DiÄŸerlerini de kullansam sonuç fark etmiyor.

Grafiklerde Türkiye’nin kiÅŸi başına gelir düzeyinin (satın alma gücü ile düzenlenmiÅŸ dolar cinsinden) G-7 ülkelerinin kiÅŸi başına gelir düzeyine oranı yer alıyor. G-7 ülkelerinin kiÅŸi başına gelir düzeyi, bu ülkelerin her birinin kiÅŸi başına gelir düzeyinin ülkelerin GSYH’leri kullanılarak hesaplanan ağırlıklı ortalamasından oluÅŸuyor. Ayrıntı bir tarafa, 1980-2010 arasında bu oran yüzde 24 ile yüzde 34 arasında oynamış. Ortalaması ise yüzde 28. Son yıllarda bir miktar yükselme eÄŸilimi var ama çarpıcı bir artış da yok.

Oranın 1980-2010 dönemindeki seyrini iki ayrı grafikte gösteriyorum. Grafiklerin birbirlerinden ayrıldıkları tek nokta dikey eksenleri. İlkinde eksen yüzde 0-100 arasında değişiyorken, ikincisinde yüzde 22-36 arasında değişiyor. İki farklı eksen kullanmamın tek nedeni, aynı olgunun nasıl farklı yargılara yol açacak şekilde verilebileceğine dikkat çekmek. Bu göz oyunu bir tarafa, sonuç aynı; zenginlerle aramızdaki gelir farklılığını son otuz yılda kapatmak açısından başarılı olduğumuz söylenemez.

 

Kişi başına reel gelir (GSYH) düzeyimizin gelişimi
  Kaç kat arttı? Ortalama % artış
1951-1960 14611 15036
1961-1970 11689 28522
1971-1980 43101 25934
1981-1990 12420 35096
1991-2000 44927 40757
2001-2010 47119 20121

 

Eğitim herkese lâzım…

Ä°zak Atiyas ve Ozan Barış’ın kaleme aldıkları ‘Türkiye’de Büyümenin Kısıtları: Bir Önceliklendirme Çalışması” bu sonucun arkasında yatan temel nedenleri saptamayı amaçlıyor. TÃœSÄ°AD raporu olarak Kasım ayının sonunda gün yüzüne çıkan araÅŸtırmada, yazarlar, iki sorunun öncelikle üzerine gidilmesi gerektiÄŸi sonucuna ulaşıyorlar. Ä°lk olarak eÄŸitimin düzeyi ve kalitesinde önemli bir iyileÅŸmeye ihtiyaç olduÄŸunun altını çiziyorlar. Ä°kinci olarak da üretim ve ihracatın teknolojik düzeyinde ciddi bir iyileÅŸme gerektiÄŸini vurguluyorlar.

Her iki unsurun birbirleriyle ilişkili olduklarını da düşünebiliriz. Eğitim hem beşeri sermayeyi artırıyor hem de teknolojik gelişmeye yardımcı oluyor. Bazı çalışmalar, daha yüksek kişi başına gelir düzeyine ulaşmak açısından beşeri sermaye ile fiziksel sermayenin benzer öneme sahip olduklarını gösteriyorlar.

Uluslararası karşılaÅŸtırmalar ne yazık ki Türkiye’deki ortalama eÄŸitim düzeyi açısından iyi ÅŸeyler söylemiyorlar bizlere. BirleÅŸmiÅŸ Milletler’in yayınladığı bir ‘BeÅŸeri Kalkınma Endeksi’ var. Dört alt deÄŸiÅŸkenden elde ediliyor: KiÅŸi başına gelir düzeyi, doÄŸan bebeÄŸin ömrünün kaç yıl olacağı beklentisi, 25 yaşındakilerin ortalama kaç yıl eÄŸitim aldıkları ve okula baÅŸlama yaşındaki çocukların kaç yıl eÄŸitim göreceklerine iliÅŸkin beklenti.

2011 yılı endeksi yenilerde yayınlandı. Türkiye 187 ülke içinde 92nci sırada. Ãœlkeler beÅŸeri geliÅŸmiÅŸlik düzeylerine göre dört gruba ayrılıyorlar: Çok yüksek, yüksek, orta ve düşük. Türkiye ikinci grubun sondan üçüncü sırasında. Bu dört deÄŸiÅŸkenden sadece 25 yaşındakilerin ortalama kaç yıl eÄŸitim aldıklarına bakıldığında ise sıralamadaki yerimiz belirgin biçimde kötüleÅŸiyor: 126ncılığa geriliyoruz. Ä°kinci eÄŸitim deÄŸiÅŸkeni olan ‘okula baÅŸlama yaşındaki çocukların kaç yıl eÄŸitim görecekleri’ açısından sıralama yapıldığında da gerilerde yer alıyoruz.

Dikkat ederseniz, endekste yer alan eğitim değişkenleri, eğitim süreleri ile ilgililer. Oysa süre kadar eğitimin kalitesi de önemli. OECD, eğitimin kalitesine ilişkin önemli çalışmalar yapıyor. Bu çalışmalar da uluslararası karşılaştırma yapmaya olanak veriyorlar. Bu çalışmaların en bilineni PISA sınav sonuçları. Sınava giren öğrencilerin ortalaması dikkate alındığında Türkiye 2009 yılında 65 ülke içinde 41inci. Bu açıdan da iyi durumda değiliz.

Tarımda verimlilik düşük olunca…

Sözünü edeceÄŸim ikinci çalışma rahmetli Merih Celasun hocamızın anısına TEPAV tarafından düzenlenen bilimsel yarışmanın birincisi olan çalışma. BaÅŸlığı şöyle: “Türkiye’de Tarım Sektöründe Verimlilik ve Büyüme”. Güney California Ãœniversitesi’nden AyÅŸe Ä°mrohoroÄŸlu ve Selahattin Ä°mrohoroÄŸlu ile Merkez Bankası’ndan Murat Ãœngör tarafından kalem alınmış. Bu yarışmanın jürisi Daron AcemoÄŸlu, Sumru AltuÄŸ, Hasan Ersel, Ziya ÖniÅŸ, Åževket Pamuk ve Dani Rodrik’ten oluÅŸtu. Yarışmanın ödül töreninin 20 Haziran 2012’de Daron AcemoÄŸlu’nun vereceÄŸi dersle gerçekleÅŸtirileceÄŸini not düşeyim. Dersin baÅŸlığı şöyle: “Bazı Milletler Neden BaÅŸarısız Olur?” Ä°lk grafiÄŸin ima ettikleri dikkate alındığında bu konuÅŸmadan alınacak önemli dersler olduÄŸunu düşünüyorum.

Çalışma, Türkiye’de kiÅŸi başı milli gelirin Yunanistan, Portekiz ve Ä°spanya’nın kiÅŸi başına milli gelirlerine oranındaki gerilemenin nedenlerini sorguluyor. Söz konusu oran, 1960 yılında yüzde 73 iken 1977 yılında yüzde 50’ye düştü ve son yıllara kadar da bu düzeyde kaldı. Yazarların ulaÅŸtıkları sonuç, bu gerilemenin asıl olarak tarım sektöründeki verimlilik artışının zayıflığından kaynaklandığı biçiminde. Bu olgunun nedenlerini anlamak için ise tarım sektörü aleyhine uygulanan politikaların dikkatle incelenmesi gerektiÄŸine dikkat çekiyorlar.

Sonuçlara göre, Ä°spanya’nın 1968 ile 2005 yılları arasında elde ettiÄŸi tarımsal verimlilik artış oranını yakalasaydı, Türkiye tarım ekonomisinden daha hızlı uzaklaÅŸabilir ve toplam kiÅŸi başı milli gelir artışı çok daha yüksek olabilirdi. Böylelikle Türkiye incelenen ülkelerden geri kalmayacaktı.

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir