Eğitim düzeyi ve kalitesi ile üretim ve ihracatın teknolojik düzeyinde ciddi bir iyileşme gerekiyor.
Yeni bir ekonomik program gereksinimi’ dizisine dönüyorum. Diziye büyüme-işsizlik ilişkisi ile başlamış, büyüme-cari işlemler açığı ve Türkiye’nin tasarruf açığı sorunu ile devam etmiştim. Bugün bir başka önemli sorunumuzu ele alıyorum.
Türkiye’nin sürdürülebilir (potansiyel) büyüme oranı yüzde 4.5-5 aralığında gibi görünüyor. Bu oran, zengin ülkelerle aramızdaki fert başına gelir farklılığını gidermek için yeterli değil; potansiyelimizi belirgin biçimde yükseltmemiz gerekiyor. Elbette kişi başına gelir düzeyinin artması bir ülkenin insanlarının daha mutlu olmaları için yeterli değil. Gelir dağılımının daha adil olması da gerekiyor. Yeni bir ekonomik programa bu nedenlerle ihtiyaç var.
Potansiyel büyüme oranımızın daha yüksek olmasını engelleyen çok sayıda unsur söz konusu. Hangi iktisatçıya sorarsanız size geniş bir liste sunacaktır. Bu sorunların hepsinin üzerine aynı anda gitmenin mümkün olmadığı da açık. Bu dizide öncelikle listeyi kendi penceremden oluşturmaya çalışıyorum. Öncelik sorununa daha sonra döneceğim. Ancak bugün eğitim ile ilgili bir şeyler söyleyeceğimden yeni bir ‘önceliklendirme’ çalışmasından da söz edeyim.
Sayın İzak Atiyas ve Sayın Ozan Barış’ın kaleme aldıkları ‘Türkiye’de Büyümenin Kısıtları: Bir Önceliklendirme Çalışması’ TÜSİAD raporu olarak kasım ayının sonunda gün yüzüne çıktı. Yazarlar iki sorunun öncelikle üzerine gidilmesi gerektiği sonucuna ulaşıyorlar. İlk olarak eğitimin düzeyi ve kalitesinde önemli bir iyileşme gerektiğinin altını çiziyorlar. İkinci olarak da üretim ve ihracatın teknolojik düzeyinde ciddi bir iyileşme gerektiğini vurguluyorlar. İlki eğitimde, ikincisi ise sanayi politikası alanında reform gerektiriyor.
Her iki unsurun birbiriyle ilişkili olduğunu da düşünebiliriz. Eğitim hem beşeri sermayeyi arttırıyor hem de teknolojik gelişmeye yardımcı oluyor. Bazı çalışmalar, daha yüksek kişi başına gelir düzeyine ulaşmak açısından beşeri sermaye ile fiziksel sermayenin benzer öneme sahip olduklarını gösteriyor.
Uluslararası karşılaştırmalar ne yazık ki Türkiye’deki ortalama eğitim düzeyi açısından iyi şeyler söylemiyor bizlere. Birleşmiş Milletler’in yayımladığı bir ‘Beşeri Kalkınma Endeksi’ var. Daha önce bu köşede birkaç kez kullandığımı hatırlıyorum. Dört alt değişkenden elde ediliyor: Kişi başına gelir düzeyi, doğan bebeğin ömrünün kaç yıl olacağı beklentisi, 25 yaşındakilerin ortalama kaç yıl eğitim aldıkları ve okula başlama yaşındaki çocukların kaç yıl eğitim göreceklerine ilişkin beklenti.
Türkiye 92’nci sıradaÂ
2011 yılı endeksi yenilerde yayımlandı. Türkiye 187 ülke içinde 92’nci sırada. Ülkeler beşeri gelişmişlik düzeylerine göre dört gruba ayrılıyor: Çok yüksek, yüksek, orta ve düşük. Türkiye ikinci grubun sondan üçüncü sırasında. Bu dört değişkenden sadece ‘25 yaşındakilerin ortalama kaç yıl eğitim aldıkları’na bakıldığında ise sıralamadaki yerimiz belirgin biçimde kötüleşiyor: 126’ncılığa geriliyoruz. İkinci eğitim değişkeni olan ‘okula başlama yaşındaki çocukların kaç yıl eğitim görecekleri’ açısından sıralama yapıldığında da gerilerde yer alıyoruz.
Dikkat ederseniz, endekste yer alan eğitim değişkenleri, eğitim süreleri ile ilgililer. Oysa süre kadar eğitimin kalitesi de önemli. OECD, eğitimin kalitesine ilişkin önemli çalışmalar yapıyor. Bu çalışmalar da uluslararası karşılaştırma yapmaya olanak veriyor. Bu çalışmaların en bilineni PISA sınav sonuçları. Sınava giren öğrencilerin ortalaması dikkate alındığında Türkiye 2009 yılında 65 ülke içinde 41’inci. Bu açıdan da iyi durumda değiliz.