“Yapı denetiminin olmadığı yerde kural olmaz. Yapı denetimi hakkıyla yapılmıyorsa müeyyide uygulanamaz.”
Geçenlerde Amerika’nın New York Times gazetesinde Nesim Talip’in risk yönetimi ile ilgili bir yazısı vardı. Konu bankaların sistemde biriktirdiği riskin yönetimi ile ilgiliydi. Son derece günceldi. Yazı yayımlandığında bayramın başlarındaydık. Daha ikinci Van depremi olmamıştı. Evvelki günkü ikinci depremden sonra, deprem kuşağında yaşayan bir ülkede, deprem riskinin nasıl yönetilebileceği ile ilgili olarak neler düşündüğümü size açıklıkla bir yazayım istedim. Bu yazı işte o yazıdır. Risk yönetimi tekniklerinden esinlenilerek yazılmıştır. Merak edenleri aşağıya beklerim, efendim.
Deprem riskinin nasıl yönetileceği meselesi uzaya roket göndermek kadar zor değildir. Bu riskin nasıl yönetileceğine ilişkin ilk mevzuat bundan 4000 yıl kadar önce bu topraklarda ortaya çıkmıştır. Babil Kralı Hamurabi’nin kanunlarında kocaman yazılı bir ilke vardır: “Bir müteahhit bir kişiye bir bina yapar ancak bu binayı yeterince sağlam inşa etmezse, inşa ettiği bina yıkılır ve o kişinin ölümüne neden olursa, binayı yapan müteahhit ölümle cezalandırılır.” İşte bu kadar açık yazılıdır. Bina inşa kurallarını uygulamanın yolu, felaketin gerçekleşmesi halinde ortada ciddi bir müeyyide olmasıdır. Her kural, müeyyidesi kadar geçerlidir. Peki, Türkiye’deki problemi yalnızca burada mı aramak gerekir? Hayır. Risk yönetimi açısından deprem hadisesine üç açıdan bakılabilir: Birinci mesele riskin tanımlanması, ikincisi riskin yönetimi, üçüncüsü ise riskin realize olması halinde alınması gereken tedbirlerdir. Birinci mesele basittir: ne kadar tedbir alırsanız alın deprem olma riskini azaltamazsınız.
Madem ki deprem riskini tedbir alarak azaltabilmek mümkün değildir, o vakit, depremin yol açacağı hasarı sınırlandırmak için tedbir alabilmek mümkün olabilir. Bina inşaatlarının deprem standartlarına bağlı olarak yapılması lüks değil zorunluluktur. Burada inşaat için fazladan ödeyeceğiniz tutar bir nevi sigorta primi ödemesi gibi olacaktır. Ancak kendi evinizi depreme dayanıklı yapmanız yetmez. Yandaki binanın sizinkinin üstüne yıkılması, sizin fazladan sigorta primi olarak ödediğiniz tutarı manasız kılabilir. İşte bina inşaat ruhsatlarının kamu tarafından veriliyor olmasının, yapı denetimlerinin kamu tarafından yapılıyor olmasının manası şudur. Bakın eldeki örneğe: Van’da ikinci deprem öncesinde sözde yapı denetimi yapılmış ve şimdi yıkılan otellere “oturulabilir” raporu verilmiştir. Yapı denetiminin olmadığı yerde kural olmaz. Yapı denetimi hakkıyla yapılmıyorsa, müeyyide uygulanamaz. Müeyyide yoksa, kural ortadan kalkar. Türkiye’nin derdi buradadır.
Bitmedi. Depremin neden olduğu hasarı sınırlandırmak için yapılabileceklerin ikincisi, acil yardım faaliyetlerinin etkin organizasyonudur. Acil yardımın etkinliği depremin hasarını sınırlandırmanın etkili yollarından biridir. Burada ilk mesele acil yardım koordinasyonu konusunda yerel, ulusal ve uluslararası otoriteler arasında koordinasyonun nasıl gerçekleştirileceğine ilişkin bir plana sahip olmaktır. Ben Türkiye’nin bu alanda da sınıfta kaldığını düşünüyorum. İkinci nokta ise hasarın hemen kaldırılıp, hayatın normale döndürülmesi için sigorta mekanizmasına dayalı bir finansman planının olmasıdır. Burada da 1999 yılından beri bir arpa boyu yol gittiğimiz ortaya çıkmış bulunmaktadır. Hayatın normale döndürülmesi için bulabildiğiniz formül, “TOKİ buraya yeni konutları hemen yapacaktır”dan öteye gitmiyorsa, memleket hâlâ Sokullu Mehmet Paşa’nın İnebahtı’da donanmayı kaybettikten sonraki “Bu memleket o gemilerin yelkenlerini atlastan, halatlarını ibrişimden yapar” tiradından öteye gidememiş demektir. Marifet donanmayı kaybetmemektir. Yazıktır.
1999 yılından beri bana sorarsanız, memleket aynı noktadadır. İstanbul’a gereken, yeni kanal açmak değil depreme hazırlık yapmaktır.