99’dan beri bir arpa boyu yol gitmişiz

Van depremi gösterdi ki, Türkiye hâlâ gelişmekte olan ülkeler kategorisinden çıkamamıştır.

Ülkeler ikiye ayrılır: Organizasyon kapasitesi gelişmiş olanlar ve diğerleri. İlk gruptakilere gelişmiş ülkeler diyoruz. İkinci gruptakilere ise gelişmekte olan. Van depremi gösterdi ki, Türkiye hâlâ ikinci grupta. 1999’da Marmara depreminden 2011 Van depremine memleketin organizasyon kapasitesinde belirgin bir gelişme gözlenmemektedir. En azından benim Van depremi çerçevesinde gördüklerimden çıkardığım sonuç budur. Deprem hepimizi üzdü ama üzüntü rasyonel değerlendirme kabiliyetimizi kaldırmamalı. Önce üç tespit yapayım, sonra yukarıdaki hüküm cümlesine nasıl vardığımı açıklayayım.

İlk tespit şudur: Kızılay’ın yıkılan binalarda oturanların barınma sorunlarını düşünürken, hasarlı binalarda yaşayanların da barınak ihtiyacı olabileceğini akıl etmemiş olması görev ihmalidir. “120 bin çadır gerekiyor. 30 bini sağlandı” açıklamasının kaynağı burada yatmaktadır. Kızılay Başkanı’nın yaptığı “Çadırla afet yönetemezsiniz” lafını ise neresinden alıp değerlendirmek gerektiğini doğrusu anlamadım. Bu edebi açıklama olsa olsa, Türkiye gibi dünyanın en önemli deprem kuşaklarından birinin üzerinde oturan bir ülkenin acil yardım teşkilatının deprem hadisesi üzerinde on beş dakika düşünmemiş olduğuna delil. Geleyim ikinci tespite: Van’daki evlerden yalnızca yüzde 9’u zorunlu deprem sigortası yaptırmıştır. Buradan çıkacak sonuç açıktır: Memleketin yalnızca acil yardım teşkilatı değil, milletin kendisi de deprem hadisesi üzerinde zihinsel dönüşüm sürecinden hâlâ geçmiş değildir. Sigortanın yaptırılmamasından anlaşıldığı kadarıyla bir idari tedbir de alınmış değildir. Kuralsızlığın kural olmasına yöneticilerimiz tarafından göz yumulmuştur. Üçüncü tespit ise doğrudan hasarlı binalarla alakalıdır. Birincisi, kamu ihaleleri vasıtasıyla yaptırılan binalar depremden hâlâ en çok hasar alanlardır. Marmara depreminden sonra “bu son olsun” denilen daha son olmamıştır. İkincisi, kamu veya özel hasar gören binalara oturma ruhsatlarını belediyeler vermektedir. Ortada idari zafiyet olduğu açıktır. Yolsuzluk algı anketlerinde en son sırayı “belediyelerin imar işleri”nin alıyor olması demek ki rastlantı değildir. Şimdi Sayın Başbakan imar kurallarının “bundan böyle” acımasız bir biçimde uygulanacağını vurguladı. 2010 Bingöl depremi ve Rize’deki sel felaketinden sonra da benzer şeyler söylenmişti. Göreceğiz. Kuralsızlık sağ popülizmin ana tezahür biçimlerinden biridir. Gördüğüm şudur: Marmara depreminin hemen sonrasında ortaya çıkan “deprem farkındalığı” zihinlerimizde ve idari altyapımızda olumlu yapısal değişime yol açmamıştır. Deprem farkındalığı yerini zaman içinde Daniel Kahneman ve Amos Tversky’nin bize yıllar önce öğrettiği felaket miyopisine bırakmıştır. 2002 Nobel İktisat Ödülü’nü alan bu iktisatçıların öğrettiği şudur: Son felaketten beri geçen süre arttıkça, insanlar, karşı karşıya oldukları riski daha fazla iskonto ederek algılar. Yapılan çalışmalara göre yolda ciddi bir trafik kazası görenler kasko yaptırmaya eğilimli olmaktadır. Durumu gözünüzde canlandırın lütfen. Aslında risk kocaman ortada durmaktadır. Ancak felaketin hatıraları eskidikçe, o riskin bir daha gerçekleşme ihtimali göz ardı edilmektedir. Türkiye’nin bir kurumsal kapasite problemi vardır. “Lider ülke Türkiye” hâlâ gelişmekte olan bir ülkedir. Siz bindiğimiz tahtırevana bakmayın. Nokta.

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir