Neredeyse bir yıl oluyor Merkez Bankası’nın (MB) artan cari açık riskini azaltmak için bankaların fon maliyetlerini arttırarak, kredi talebini düşürmeyi amaçlayan “soğutucu” politikalar uygulamaya başlayalı. Amaç kredi talebini düşürerek; ithalatı, dolayısıyla da cari açığı azaltmaktı. Ardından bankaların kredi büyümelerine yüzde 25’lik “zımni” artış sınırı getirildi. Buraya kadar bir mesele yoktu. Aslında yapılan bankalara bir tür “salma vergi” salınmasıydı. Zorunlu karşılıkları arttırıp, aynı miktar fonlamayı da MB yapınca, bu fonlamanın faizi MB’na gelir, bankacılık sektörüne de gider yazılıyordu. MB aynı zamanda sistemi kendine “bağımlı hale getirip” gerektiğinde faiz silahını kullanacaktı. Bilinen politikalardan ve de küresel beklentilerden oldukça farklı bir politika ile söylem olması yabancı yatırımcıları gerince bir kısmı çıkmayı tercih etti, kurlarda diğer gelişmekte olan ülkelerden farklı bir seyir izlendi, TL değer kaybetti.
Ancak Temmuz ayındaki enflasyon raporu ardından olağanüstü PPK toplantısıyla bir anda; ‘Küresel kriz geliyor’ denilerek bu politikadan 180 derecelik bir dönüş yapıldı. Küresel kriz geliyor, Türk ekonomisinin daralmasının önüne geçmek için hem faiz indirildi hem de gerektiğinde her türlü “gevşetici” önlemin alınacağı açıklandı. Kafalar bir kez daha karıştı. Bu arada yüzde 25’lik kredi artış oranı sınırının yine “zımni olarak” kaldırıldığı açıklandı. Kafalar bir kez daha karıştı. Hem madem kriz gelecekmiş hem de TL faizleri “ucuzladı” diyenler döviz almaya devam edince kurlar bir kez daha yükseldi! Özetle, dolar/TL kurlarında Kasım 2010-Ekim 2011 arasında 1.45’lerden 1.90’lara kadar gelindi.
MB bir kez daha karar değiştirerek faizleri yükseltti. Evet haftalık “politika faizlerini” değiştirmedi ancak bankaların “iş yaptığı” gecelik borç verme faiz bandını yüzde 12.5’e kadar genişletti. Bu bir anlamda faiz arttırımıydı. Evet politik nedenlerle politika faizleri artmamıştı ama fiili sonuç doğuran faizler pratikte artmıştı. Etkileri hemen görüldü, kur ve İMKB geriledi, gösterge bono bileşik faizleri yüzde 10.13 ile 2009 Ağustos ayından bu yana görülen en yüksek seviyeye ulaştı.
Evet; MB piyasalara yön verici, gerektiğinde yönlendirici, önaktif olmalı. Ama bir yıl gibi kısa bir zaman zarfında 3 kez birbirine zıt dönüşlerle bu kadar da kafa karıştırmamalı. Hergün değilse bile her hafta MB şapkadan bir tavşan çıkarmak zorunda değil. Son zamanlardaki müdahaleleri, sık değişen kararlarıyla MB adeta piyasa oyuncularından biri haline geldi. Bir başka bakış açısıyla, MB kendi başına piyasadaki oynaklığı arttıran bir unsur haline geldi. Gerçi MB politikası kendi eliyle belirsizliği arttırarak piyasayı bir anlamda kontrol etmek istiyor ve dünkü konuşmada da bunun ipuçlarını çokça görmek mümkün.
Ancak tek başına bir MB tüm ekonomiyi sırtlanamaz, bu kadar belirsizliği aynı andan yönetemez. Hükümet politikalarının da bunu desteklemesi gerekir. Cari açık veya enflasyon problemine karşın MB tek başına mücadele edemez, sadece yapısal önlemlerin hayata geçebilmesi için zaman kazandırabilir. Şu andaki görüntü her şeyi MB götürmeye çalışıyor.
İşi gittikçe de zorlaşıyor…