Milli geliri kişi başına 10 bin dolar seviyesinde gezinen, batan ekonomiler içinde performansıyla kıskanılan, son çıkan teknolojik ürünlerin cep telefonu başta olmak üzere en çok tüketildiği ülke: Türkiye…
Öylesine zengin, öylesine refah içinde yaşıyor ki, değmeyin gitsin. Sokağın birinden bal, diğerinden börek akıyor. Taşı toprağı altın şehirleriyle dolu bu ülkede zenginlik o kadar sıradan bir mesele haline gelmiş ki, kimse yerdeki altınları toplamıyor.
İşsizlik mesele bile değil. Çünkü ülkede işsizlerin sayısı, dünya ortalamasının çok altında… Rakamlar böyle diyor. Rakamlar Türkiye’yi en çok büyüyen ikinci ülke yapıyor. Yatırımcının gözde ülkesi, masallar diyarı, Ortadoğu, Orta Asya ve Kuzey Afrika’nın yeni Osmanlısı…
Tüm bunları alt alta dizer, üzerine de kaymak koyabilirsiniz. Ama benim yanıtım İsmet Paşa’nın tabiriyle: ‘Hadi canım sen de’ olur. Rakamlarla oynayarak sanal mutluluklar yaşatan, bunu da ele geçirdiği medya aracılığıyla topluma pompalayan bir iktidara sahibiz. Gösterilenlerle yaşananlar arasındaki büyük uçurum, bunu bire bir yaşayanları dahi gözünü kör etmiş.
Sokaktaki genç çocuk, cefakâr kadın ve ekmek derdindeki adam işsiz, ama öyle haberler sunuluyor ki, bu sorunu sadece kendisinin yaşadığını zannediyor. Tüketimi kredilere dayandırarak, gelecekteki muhtemel gelirlerini harcayan, kredi kartı borcundaki dökümde, harcamaların yüzde 60’ının gıda ve giyim olduğunu görmeyen insanlar yarattık.
Kendi gerçeğine değil de, oy verdiği partinin genel başkanına inananlar neden uyanamıyor? Hiçbir iktidar yok ki, yanında giderken faturasını götürsün. Oysa gerçek çok acı…
İnsanı iliklerine kadar titreten, her türlü yanlış yola iten bir işsizlik yaşanıyor. Toplumun çok ağırlıklı bir bölümü asgari ücretle çalışırken, Memur-Sen’in açıklamasına göre 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı bin TL’yi aştı.
Yaşadıkları gerçek tüketimin, sanal gelirlerle geleceğe yönelik borçlanmayla yapıldığı gerçeği gözümüzün önünde duruyor. Bir yanda vergi vermeyen dolar milyarderleri yaratıp, öte yanda semt pazarlarının kapanış saatlerinde artık toplayan insanlar gerçeği önümüzde değil mi?
Bir deyim vardır; ‘varlık içinde yokluk çekmek’ denir. Doğru bu ülkenin potansiyel zenginliklerini hesaba kattığınızda bizler zengin kaynakların fakir bekçileriyiz. Tıpkı Afrika’dakiler gibi…
Fakat o kadar büyük bir israf, yolsuzluk, hesapsızlık, planlama hatalarıyla dolu bir ülkede yaşayıp, sonra yaşamıyor gibi yapmamız, yılları sair bize ulaşan bu deyimi bile tersine çeviriyor.
Bizler bugün baktığınızda ‘yokluk içinde varlık’ yaşıyoruz. Şunu bilin ki ister makro, ister mikro bazda bu iş ekonomik olarak sürdürülemez. Aklımızı başımıza alalım. Çünkü kendisi dara düşen alacaklı, çok yakında haciz işlemiyle kapımızı çalacak. İşte o gün yokluk içinde yaşanan varlık gerçeği, yüzümüzde tokat gibi patlayacak. Biraz duyarlılık! Ne olur…