Herkes bu yaz saati olayına, kendi penceresinden ya da kendi cebinden bakıyor
Hangi canlı, hangi saate, uyur ya da uyanır?
Yani?
Yönetimlerin yaklaşımı ya ekonomik ya da güvenlik ve de elle tutulur, somut ÅŸeyler üzerine…
Şimdi iş çevresinden, siyaseten, tüm dile getirilen ve bugüne kadar yapılan değerlendirmelerin hepsini, bir kenara koyunuz ve işi bizzat insani yönünden, ele almaya çalışınız!
Aslında tüm yaşamdaki kurallar ve önlemler, insanlık hatta canlılar ve doğa için değil midir?
Elbette öyledir…
O halde biz, dünya denen bu gezegende yaşadığımızı, bir köşeye yazalım.
Dünyanın da, güneşin etrafında ve eliptik bir yörüngede, artı ve eksi değişken olarak ve takribi 23 buçuk derecelik bir eğimle, döndüğünü de yanına koyalım. Gene eliptik yörünge gereği, güneşe yaklaşarak, uzaklaşarak, mevsimlerin oluştuğunu ve güney ile, kuzey yarım kürenin, birbirine zıt, mevsimler yaşadığını da hatırlayalım…
Dünya kendi ekseninde döndüğüne göre(!) haliyle gece ve gündüz oluşuyor ama her kara parçasında, oda lambasını yakar gibi, aynı anda oluşmuyor değil mi?
İşte her bölgede yaşayan, başta insanlar, hayvanlar ve bitkiler, hatta denizlerin dibinde ki hayat olmak üzere, güneşin bu yerel saat durumuna göre canlanıyor ya da uykuya dalıyorlar.
Buna da kısaca biyolojik denge diyoruz….
Zaten Osmanlı da, İngilizlerin Greenwich sıfır boylamına inat, kendileri de, öğlen saatlerini, Ayasofya’nın kubbesinden geçtiği varsayılan ve Arz-ı Halife veya Arz-ı İstanbul olarak adlandırdıkları, boylama göre ayar ederlerdi! Bu da işin başka bir tarihi yanı ve o dönem kim, hangi saate uyuyordu, ayrı bir araştırma konusu elbette!
Uzun süredir, enerji bakanı, damat, bir kalemde karar verdiği, kış ve yaz saati devamlıı uygulaması ise zaten sanal bir saat…
Yerel ya da eskilerin deyimi ile mahalli saat ile hiç ilgisi yok.
Daha henüz hayatta olanlar çok iyi bilirler ki onların çocukluklarında, yaz saati diye bir uygulama da yoktu!
Haliyle daha zinde bir yaşam sürülüyor ve daha dengeli uyunuyordu.
Bu duruma gene, acımasız küresel sermayenin, insanı istismar etmesinden, hadi bu kadar acımasız olmayalım, bizim gibi, dünyanın dört mevsimi yaşamadığı bir konumda olmayan, batı sanayileşmiş ülkelerinin, daha çok aydınlıktan yararlanarak, enerji harcamalarını düşürmek için yaptıklarını biliyoruz… (Bu arada geçen sene AB yaptığı halk oylaması ile bu uygulamadan vaz geçtiğini belitelim)
Bizde onlara ayak uydurmak ve en önemlisi aradaki zaman farkını değiştirmemek için bu sisteme girdik…
Daha sonra bu uygulama, enerji tasarrufu olarak millete yutturuldu ve bugüne kadar böyle devam ede geldi…
DoÄŸru mu derseniz?
Devenin boynu eÄŸri misali!
Enerji tasarrufunda buna gelinceye kadar, o kadar kayıp ve kaçaklar var ve bunlar vatandaşın sırtından tahsil ediliyor ki?
Bu yaz saatinin, kış saati olarak devam etmesi ve sağlanacak enerji tasarruf gerekçesi de, gene aynı, deve misalinde ki gibi, tek kelime ile devede kulak kalır!
Bu çağda dünyanın yuvarlaklığı tartışmasına dönecek değiliz ama, 23 Eylül ile 23 Mart, bizim mahalli saatimize göre gece ve gündüz eşit oluyor.
22 Aralığa kadar, geceler uzuyor, gündüzler ise en kısa dönemini yaşıyor. 22 Aralıktan sonra ise geceler kısalıyor, gündüzler uzuyor ta ki 23 Marta kadar. Sonrasında gündüzler uzuyor geceler kısalıyor. Ne zamana kadar?
22 Haziran
Şimdi gelelim asıl soruya;
Bu yaz saati kışında devam ettikçe, insanlar kış ayında, bu değişkeliğe göre, işe gidiş gelişleri nasıl olacak?
Karanlıkta kalkacaklar
Işıklarını yakacaklar
Isıtma sistemlerini daha erken devreye alacaklar
Karanlıkta servise binecek
Karanlıkta iş yerine girecekler
Akşam dönüşünde de aynı karanlık ortamda olacaklar
Yani bireysel enerji sarfiyatları daha çok olacak
Ama en önemlisi ise aylarca hafta içinde güneşle hiç karşılaşmayacaklar!
En şanslı kesim ise açık havada çalışanlar, onlar bu nimetten ve D vitamininden yoksun kalmayacaklar…
Çiçekler, kuşlar…
Horozlar güneşe göre, öter ve doğa buna göre uyanır, asla ödün vermezler ve bu kararlara uymazlar!
Güncel bir ifade ile onlara ‘’vız gelir tırıs gider’’
Biz <span;>en gelişmiş canlılar ise bu konuda aynı cesareti, hiç ama hiç gösteremediğimiz için, çevremizde, hep olumsuz değişimlerin kurbanı oluyoruz…
Sözün özüne ve bilimin gözüne göre ise;
Atılan taş, ürkütülen kurbağaya değmemektedir!
Ya da
Onca kayıp kaçak varken, bu önleme gerek olmayışıdır…
Çok önemli ve son bir öneri;
Kayıp kaçak(!)gibi, bu yaz saatinden yapılacak tasarrufu, faturalara yayıp, biz ödesek, uykumuzu tam alsak ve sağlımıza katkı yapsak, daha aklıselim bir çözüm olmaz mı?
Ne diyelim?
Bir saatlik uykumuza muhtaç, bir ekonomimiz varsa, önce devlet araçlarında ve binalarında ve elbette resmi konutlarda, tasarruf edilerek ,öncülük yapılması, daha büyük katkı yapmaz mıydı?
Seni karanlıklarda mı, yoksa aydınlıklarda mı yaşatacak olan sandığa attığın o biricik oyu yerinde kullanmanla kaimdir !
Sözün özü;
Oylarınla seçtiklerin, geceleri ışıl ışıl konutlarda yaşıyorsa, sen karanlıklarda yaÅŸamaya mahkumsun demektir…