Geçtiğimiz hafta ‘Parayı veren düdüğü çalamıyor’ başlıklı bir yazı yazdım. Bu yazıda verginin çoğunu verenlerin, hesap soramadığından yakındım ve yazımda şu ifadeyi kullandım:
“… Lise çağlarında sosyoloji hocam Erdal Kesebir bir gün yaşananlara itiraz ettiğimde bana şunu söylemişti: ‘Çetin sessiz çoğunluğun sağduyusuna her zaman güven.’ Neden? Çünkü o geç de olsa doğruyu bulacaktır. Yıllarca bu inancı taşıdım. Hangi görüşten olursa olsun, ahkâm kesenlerin bir şekilde o çoğunluk tarafından cezalandırıldığını da gördüm…”
Ve yine aynı yazı içinde Kesebir Hocam’a dert yandım. Dedim ki: “…Kesebir Hocam sen söyle: Anadolu’nun o sağduyulu, güzel insanları nerede? Neden sesleri çıkmıyor?” Bu soruyu sorduktan tam 3 gün sonra yıllardır haber alamadığım değerli öğretmenimden bir mesaj geldi. Ve o mesaj yine ders niteliğindeydi.
Ben de bilgisini, görgüsünü, insanlığını, eğitimciliğini son derece önemsediğim değerli öğretmenim ve DSP’den Edirne eski Milletvekili olan Erdal Kesebir’in mesajını, hiçbir ilave ya da eksiltme yapmadan sizlerle bire bir paylaşmaya karar verdim. Yine tarihe not düşmek adına… İşte o elektronik mektup:
“Sevgili Çetin,
Adımı vererek beni anman ve söylediğimi bir özdeyiş gibi unutmamandan dolayı öncelikle teşekkür ederim. Sizlerin kendiliğinden bu çıkışlarınız, seslenişleriniz karamsarlık içine giren yüreklerimize umut ışıkları yayıyor.
O sağduyulu, güzel insanlar dizi izliyorlar, maç izliyorlar, kendi sorunları ile boğuşuyorlar. Çoğu başaramıyor, sorunlarını çözemiyor, yara bere içindeler… Yine de şükrediyorlar. Bir vatanımız var, bayrağımız dalgalanıyor, camilerden ezan seslerini duyuyor ve Atatürk heykelleri hâlâ yerlerinde duruyor. Lozan’da kurulan Atatürk Cumhuriyeti hâlâ yaşıyor. O sağduyulu, güzel insanlar herkesi de izliyor. Söylediğine bakıyor, yaptıklarına bakıyor…Sonra sandığa gidiyor…. Oyunu atıyor.
Türkiye’yi bugünkü durumuna o insanlar getirmedi. Biz getirdik. Yani daha önce yetki verdiği siyasetçilerin dar, küçük, ufuksuz, vizyonsuz anlayışları getirdi. Somut örnek ile ifade etmem gerekirse; 1994 belediye seçimleri bugünlerin miladıdır. İstanbul’da Refah Partisi’nin adayı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Ankara’da ise, Melih Gökçek… İstanbul’da CHP: Ertuğrul Günay, SHP: Zülfü Livaneli, DSP: Necdet Özkan’ı aday göstermişlerdir. Ankara’da ise CHP: Korel Göymen, SHP: Murat Karayalçın, DSP: Doğan Taşdelen’i aday göstermişlerdir. Biz birbirimizle didişirken, Recep Tayyip Erdoğan ile Melih Gökçek belediye başkanı seçilmişlerdir. Sözün kısası önce iğneyi kendimize…
Yazdıklarının tümüne katılıyorum. İçeride ve dışarıda basiretsiz, sığ, kısa ve uzun vade ulusal çıkarlarımıza uygun olmayan anlayışta siyaset yapan bir yönetimle birlikteyiz. Demokrasinin gereği ne şekilde alınmış olursa olsun seçim sonuçlarına ve o oyları veren insanlara saygı duyacağız. Kendimize döneceğiz. Biz bugünlere nasıl geldik? Nerelerde doğru davranmadık? Daha on yıl önce liderlerimize ve siyasetimize sahip çıkan insanlar şimdi bizlerden neden uzaklaştılar?
Ve biz? Neden birbirimizi sevmiyoruz? Neden birbirimize düşman gibi davranıyoruz? Neden biz önce kendimizi düşünüyoruz? Bizans fethedilirken, meleklerin cinsiyetlerini tartışan din adamlarından ne farkımız var? Şimdi bizlere düşen birinci görev birbirimizi sevmekten ve birlik ve beraberliğimizden geçer… Aynı 1919’lardaki Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları gibi… Farklı siyasi düşüncelere sahip bu insanlar tek bir düşüncede birleştiler: Vatanın kurtuluşu…
Şimdi de bizlere büyük bir görev düşüyor: Atatürk Cumhuriyetini yaşatmak… Goethe bir özdeyişinde; “…Bir şeyi yapmak isteyen insan umutsuzluğa kapılmamalıdır. Amacına ve idealine inançla sarılmalıdır” demektedir. Herkes üzerine düşen görevini gerektiği gibi yapsın! Sonra da o sağduyulu, güzel insanlardan gerekeni yapmasını beklesin!
O sağduyulu, güzel insanlar; çalışkan, dürüst ve iyi niyetli kardeşlerinin seslerini duymak istiyorlar. Geç de olsa verecekleri doğru kararlarını sabırsızlıkla yaşama geçirmek istiyorlar. Büyük Türk Ulusu’na güveniyorum. İnancım tamdır. Sen de onlara inan ve güven…
Gözlerinden öperim…
21/09/2011
Av.Erdal Kesebir”
Bu mektubu sizlerle paylaşmak istedim. Çünkü gençlik yıllarımın bir yapıtaşının, yıllar sonra yüreğimi ferahlatan bu yorumu, sizlerin de yüreğinize su serpsin arzusunu taşıdım. Ayrıca siyasete, aydınlara, basına sorumluluğunu hatırlattığı noktaların da özenle üzerinde durulması gerekir. Teşekkürler değerli öğretmenim. Ben de bir kez daha ellerinizden saygıyla öpüyorum.
” TÜRK, ÖĞÜN ÇALIŞ GÜVEN ” ! Mustafa Kemal Atatürk
Ben de …