Bakan Albayrak ekonomide her şey dahil sistemine geçti. Seçim üzeri aceleyle yapılan gelişi güzel açıklamalar ve uygulamalar ne yazık ki Türkiye’yi komik duruma düşürüyor. Ekonomiyi sadece iç dinamikleri esas alarak konuşursanız, bundan başka bir fotoğraf da vermeniz mümkün değil.
Mesela cari açık 17 milyar dolar seviyesine düştü gibi bir söz, içte dört işlemden uzak insanları geçici olarak mutlu etse de, dışarıda herkes gerçeği biliyor. İçeride de bu konuyu vakıf insanlar, sanayici dahil ticaret hacminin daralmasından dolayı bir sorun yaşandığının farkında.
Yani bir bakkaliye düşünün. Rafındaki malı satıyor ama yerine yenisini koyamıyor. Yeni mal almadığı için de harcama yapmıyor. Böylece kasaya giren ve harcama yapmadığı için azalan borcunu başarı zannediyor.
Peki sonuç ne olur? Ya yeniden mal almak istediğinde sattığının çok üzerinde rakamlarla rafını dolduracak ya da günün sonunda satacak mal kalmadığı için dükkanı kapatacak. Elbette elde ne var ne yok satıp, özelleştirme adı altında güzelleştirmeyle imtiyaz dağıtan ya da kaynak israfı yapan bir yaklaşımdan tersini beklemek güç.
Ama filmin sonunda bunun ne akılla, ne ekonomiyle, ne de gerçeklerle bir bağlantısı olmadığını biliyoruz. Bu sadece günü kurtarmaktır. Tek haneli enflasyonun sonbaharda yakalanacağı da Bakan Albayrak’ın iddiaları arasında. Bunun şu fotoğraf içerisinde tek bir yolu var. O da piyasada işlerin yine piyasa tabiriyle daha da kesatlaşması.
Yani tüketim olmadığı için enflasyon da kademeli olarak düşüş seyrine geçebilir. Fakat bu maliyetlerin de artmadığı anlamına gelmez. Bir de tabii daha kalıcı ve dönüşümsel bir planlı ekonomi uygularsınız ve düşüşü orta vadede yakalarsınız. Lakin onun da süresi üç beş ay değildir.
Peki bu kadar daralan bir ekonomide büyümeyi nasıl yakalayacaksınız? İşte onun yanıtı yok. Bakan muhtemelen ülkeye sıcak para girişi sağlayacağını umuyor ya da bir anlaşmayla taze para girişi ümit ediyor. Ayrıntılarını göreceğiz. Fakat bunun da yatırım değil, borç olma ihtimali var ki, onun da diğer dengeleri alt üst edeceği açık.
Son olarak dolar meselesi… TeÅŸbihte hata olmazmış… Siz ekonomik konuları liseli ergenler gibi ‘daha çok beklerler’ cinsinden yaklaşım sergilerseniz, en hafif tabiriyle ciddiye alınmazsınız.
O zaman şunu soralım: Kurun artışını kim bekler? İşçi, memur ya da çalışan mı? Asgari ücretin dolar bazında Çin seviyesine yaklaştığı bir gerçek ışığında bu çok da akıllıca bir yorum olmaz. Çünkü dolardaki artış alım gücünü eritirken, bir yandan da gelirin gücünü kırıyor.
Sanayici, çiftçi, esnaf, ithalatçı ya da toptancı mı? Her kur artışının gerek üretim, gerek mal alım, gerekse de geri borç ödeme aşamasında bu kesimlere darbe vurduğunu biliyoruz. Demek ki yanıt bu da değil.
Bankacılık ve finans kesimi mi? Sendikasyonlarının döviz bazlı olduÄŸunu düşünürseniz bu da çok gerçekçi gelmiyor. Öğrencileri, emeklileri, iÅŸsizleri ve geriye kalan diÄŸer kesimleri saymıyorum bile…
Geriye bir tek rantiye ve finans piyasalarını kumarhane olarak görenler kalıyor. Bunun da nüfusun yüzde 10’luk diliminden fazlası olmadığını biliyoruz. Çünkü nüfusun ilk 20’si ile son 20’si arasındaki gelir farkı 8 kat. Ayrıca tüketici temsilcilerinin söylediklerine göre, ki resmi istatistikler dahi bunu doğruluyor, nüfusun yüzde 80’ini açlık ve yoksulluk sınırının altında ya da sınırında yaşıyor.
Peki Bakan Albayrak tüm kesimlerin sorununu bırakıp, yüzde 10’u geçmeyen bu kesimle mi kavga ediyor? O zaman soralım kim bu kesim? Kimler borç ödeme gerçeğiyle korkudan tavır alanları istisna tutarsak, dolar alıp zengin olmanın peşine düştü?
Kimler vurgun peşinde? Bence Bakan ortaya konuşacağını milyon dolarlara defaten gayrimenkul alıp, ‘nereden buldun’ diye sormadıklarına, milyon milyon dolarla devletten arazi ya da tesis almanın peşine düşenlere, kısaca sağına soluna baksın derim. Çünkü diğerleri ancak ayakta durmaya çalışıyor. Öngörüde bulunanlarla, bundan beklentisi olanları karıştırmayın.
Â