Türkiye’nin 2018 yılı büyümesi paylaşılamıyor. Yüzde 2,6 yıl genelinde büyümeyi, yüzde 3 son çeyrekte daralmayı paylaşamıyor olmak elbette kendi içinde ayrı bir gariplik.
Ayrıca dolar kuru üzerinden yapılan uygulama da işin cabası. TÜİK, dünkü yazımla ilgili bir açıklama yapmış, ama doğruyu söylemek gerekirse çok tatminkar değil. Kağıt üzerinde nasıl bir açıklama yaparsanız yapın, o baz alınan yıllarla nasıl değişimler yapıldığını biliyoruz. O yüzden bu teknik tartışmaya girmeye gerek yok.
Benim için önümüzdeki durum daha önemli. Zira bazıları olanı konuşurken, biz geleneği bozmayalım olacaklar ve olası riskleri anlatmayı sürdürelim. Belki sobelendikleri yerlere cevap yetiştirmek yerine, bu uyarıları dikkate alıp, önlem için harekete geçerler.
Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı İsmail Gülle aslında durumun analizini net bir biçimde ortaya koydu. Dedi ki: “Büyüme rakamlarımızın en büyük destekçisi ihracat oldu. Yıl genelinde ise net ihracatın büyümeye 3,6 puan katkı verdiğini görüyoruz.” Yüzde 3 daralma yaşanan son çeyrekte ihracatın katkısının da ise artı 8,4 puan olduğunu da dile getirdi.
Bir çerçeveden baktığınızda bu mutluluk verici bir şey ve ihracatçıya bu noktada teşekkür etmek gerekiyor. Ama bazı soruları da ardına sıralayarak… Türkiye’nin üretim yapısıyla ilgili herhangi bir değişiklik yapıldı mı? Yani halen üretim yapabilmek için ithalat yapmak zorundayız. İthalatın amiyane tabirle göçtüğü bu dönemde, ihracat rekorları kırmayı iyi okumak lazım.
Daha doğru algılayabilmek için ülkenin yüzde 7,3 büyüme yakaladığı 2017 büyümesini hatırlamak gerekiyor. Bu nedenle 29 Mart 2018 tarihinde kaleme aldığım ‘Büyü(me)’ başlıklı yazımdan ilgili bölümü tekrar paylaşmak istiyorum. O tarihte herkesin methiyeler düzdüğü büyümeyle ilgili paylaştığım bilgi şuydu:
“…ihracatın bu büyümedeki payı 1,9 düzeyinde… Yatırımların ağırlığı ise sadece 1,8… Kamu harcamaları da 1,1 oranıyla karşımıza çıkıyor, Yani ne sattığımızdan ne de kamu adına yaptığımız harcamadan ne de yatırım yaparak bir değer elde edemedik. Gerçek bir ekonomiden bu resim içinde söz etmek güç.
İthalatın eksi 5 ile oran azalttığı fotoğraf da bir garip. O zaman 77 milyar dolarlık dış ticaret açığı ve bunun sonucu ortaya çıkan 51 milyar dolarlık cari açık bu hesabın neresinde? Peki büyümeye etki eden en önemli başlıklar hangisi? Yüzde 4,1 ile tüketim harcamaları, yüzde 3,4 de stok için yapılan üretimler.
Peki bu bize ne anlatıyor? Sadece iç piyasada menşei belirsiz ürünlerin satışıyla yapılan iç hacim ve stoklara yığılan üretimlerle büyümüşüz…”
Yani stoklara yapılan üretimle yakalanan bir büyüme, iç ve dış piyasanın daraldığı bir dönemde risk taşıyordu. 2018 yılında yakalandığımız kur fırtınası ise bir anlamda sorunu azaltıcı bir etki yaptı.
Stok maliyetiyle karşı karşıya kalacak bir reel sektör, kur avantajını arkasına alarak, ucuza ve yine kola başına gelirini ciddi anlamda arttırmadan satış yapmaya başladı. Bu süreçte de üretimden kapasiteye kadar her şey sorunlu hale gelirken, bir yanda konkordatolarla kırılan ödemeler zinciri diğer yanda yükselen işsizlik ve enflasyonla beraber girdi maliyetlerinde ekstra artışları gördük. Geldiğimiz noktada dış ticarette fazla verir noktaya ulaştık. Peki nasıl? Üretim yapmayarak… Çünkü üretim yaparsak ithalatımızın da artması gerekirdi.
Tüm bu gelişmeler bize net bir biçimde gösteriyor ki, stoktan mal satıyoruz. Yani 2017 büyümesini bize getiren stoğa üretimi, 2018’de tükettik. Ne kadar stok mal kaldı bilmiyoruz. Ama asıl sonu şu: Stoklar bittiğinde ne olacak?
Üretimden mi vazgeçeceğiz; yoksa tekrar ithalata mı yöneleceğiz? Bir diğer yol üretimdeki yerli katkı payı oranını arttırmak. Bu konuyla ilgili bir eğilim olduğunu biliyoruz. Ama kısa vadede hemen dönüşecek bir durum değil. Öyleyse önümüzdeki süreç büyüme ve buna bağlı olarak işsizlikten ihracatta rekabetçiliğe kadar yeni riskleri kapımıza getiriyor.
Hem de bunlar dünya ekonomisinin ticaret savaşları yaşadığı, daraldığı ve korumacılığın arttığı bir fotoğrafın içinde yükselen riskler olarak dikkat çekiyor. Nitekim 2019 yılı için düşürülen büyüme öngörüleri de bunu destekliyor.
Sözün özü şu; bu riski nasıl yöneteceğiz? Firmalarımızı nasıl ayakta tutacağız? İşsizliğin daha çok artmaması için ne yapacağız? Ekonomi yetkilileri ve bürokrasisi laf yetiştirmeyi ve kuru kuruya övünmeyi bırakıp, asıl bunun üzerine akıl yürütmelidir. Bugünkü fotoğrafta dört işlem bilen kimseyi ikna etmeniz mümkün değil. O yüzden bu boş uğraşı bırakıp, şu risklere dikkatinizi çevirin; bari gelecek sorunların boyutunu küçültelim.
Not: Görev nedeniyle şehir dışında ve yoğun bir toplantı programı içinde olacağımdan 14 Mart Perşembe günü sizlerle olamayacağım. 15 Mart Cuma günü yeni yazımızda görüşmek üzere izninizi rica ediyorum.