ABD’de 1857’de bir hak arama direnişi sırasında 129 dokuma işçisi kadının yaşamını yitirmesi ve 1977 yılından beri Birleşmiş Milletler tarafından her yıl 8 Mart’ta bugünün resmileştirilmesine karar verilmesi nedeniyle andığımız bir gündeyiz.
1910 yılında ABD’de başlayan bu anma etkinliğinin, ülkemizde de 1921 yılından beri ülkemizde kutlandığını biliyor muydunuz? İşin tarihçesini bir kenara bırakırsak, bugün geldiğimiz noktada gerek dünyada, gerekse ülkemizde durumun iç açıcı olduğunu söylemek mümkün değil.
Bazıları bunun bir feminizm hareketi olduğunu zannetse de, aslında bu bir eşitlenme ve hak arama çabasıdır. Yani 1857 yılındaki olaydan yola çıkarsanız hak arama, bugün aynı işe eksik ücretten kariyerde negatif ayrımcılığa kadar sorunlar nedeniyle eşitlenme meselesidir.
Tüm bunların ışığında kadın cinayetlerinden şiddete kadar bir dizi sorunu da eklemek mümkün. Ama bunun bir kadın sorunundan çok insanlık problemi olduğu kanısındayım. İşin ekonomik tarafına bakacak olursak, tüm dünya daralan iktisadi ortamda sadece kadınların işe dahil edilmesiyle büyümenin tetikleneceği net bir biçimde ortaya konuluyor.
Ülkemize baktığımızda ise son derece zor bir ekonomik tabloda, nüfusumuzun yarısını yok sayarak bu süreçten çıkmamız mümkün gözükmüyor. Yani insani düşünmeyi bırakıp, iktisadi bile yaklaşsanız, kadınların mutlaka iş yaşamına dahil edilmesi şart.
Fizyolojik olarak farklı olmak, hukuk ve toplum nezdinde eşitsizliğe bahane olamaz. Woman / Kadın TV’de 24 Aralık’ta yayına geçmesinden beri hafta içi her gün Eko Kadın programını yapıyorum.
Bu ekranda ekonomiyi sadece kadınlarla konuşmayı ve erkeklerin konuştuğu her alanda kadınların da yetkin olduğunu göstermeyi hedefledim. 26 yıldır bu mesleği yapan, 17 yılı televizyonda ekonomi programlarını sürdüren ve konuk alırken kadın / erkek diye ayrımı olmayan bir dostunuz olarak şunu net bir biçimde söyleyebilirim. Çok birikimli ve sandığımın çok ötesinde nitelikli bir kadın nüfusumuz var.
Bazıları meseleyi kadın / erkek çerçevesinde görüyor. Oysa durum sadece haksızlığın giderilmesi üzerine yürütülen bir tartışma. O yüzden her gün yayını ‘unutmayın tek kanatla uçamazsınız’ diyerek bitiriyorum.
Mevcut nitelik bir tarafa durum ne? Onu da geçtiğimiz günlerde CHP’nin Ekonomi Masası basın toplantısı notlarımdan paylaşayım. Hatırlayacaksınız, toplantıyı genel olarak yazmış, bazı detayları zaman zaman yazılarımda açacağımı belirtmiştim. Bu vesile bunu yapalım.
‘Çalışan Ekonomi’ başlığındaki oturumda konuşan Lale Karabıyık şu bilgileri paylaştı: Türkiye’de çalışan kadınların yüzde 65,2’si ücretli veya yevmiyeli. Yüzde 24,1’i ücretsiz aile işçisi olarak çalışıyor. Sadece yüzde 9,3’ü kendi işinde çalışıyor ve yüzde 1,4’ü işveren.
Karabıyık bu fotoğrafın, Türkiye’de kadınların erkeklere göre daha fazla güvencesiz işlerde çalıştığı anlamına geldiğini söyledi. Mesela kayıt dışı çalıştırılma oranlarında erkekler yüzde 18,9 iken, kadınlarda yüzde 23,8. İstihdam edilen kadınların yüzde 43’ü kayıtdışı ve güvencesiz çalıştırılıyor.
Yüzde 34’ü haftalık yasal 45 saat olan çalışma sürelerinin çok üzerinde hizmet veriyor. Ve acı bir tablo daha… 1857’de yaşanan olaylara inat kadınların yüzde 92’si sendikasız. Mesela ‘EYT’lilerin de büyük çoğunluğunun kadın olduğu bilgisini verdi ki; bu ilginçti.
Peki ne yapılması gerekiyor? Karabıyık, mesleki ihtiyaç envanterinin bu noktada çok önemli olduğuna dikkat çekti. İstihdam politikalarının da buna göre dizayn edilmesinin önemli olduğunu belirtti. Merak edenler için belirteyim, emeklileri de kapsayacak bir biçimde bir iş gücü envanteri yaptıklarını vurguluyorlar. Bence Bakanlık bunu talep etmeli, taban alıp çalışmaları bu açıdan değerlendirmeli.
Lale Karabıyık’ın bahsettiği kritik başlıklardan biri de kadın istihdamı kooperatifleriydi. Kooperatifler kadının güçlenmesi kadının dayanışmasının önemli olduğunu vurgularken, yeni trendde sosyal kooperatiflerin de kadınlar tarafından kurulduğunu belirtti. Karabıyık şu bilgiyi verdi:
“Amaç sosyal hizmetlerin yaygınlaşmasının ve etkinliğinin artması. Çocuk ve yaşlı bakımı için de iyi bir alternatiftir. Örneğin İsviçre’de yeni kooperatiflerin kurucularının yüzde 80’i kadın.”
İşin toplumsal boyutu da bu yönüyle önemliyken, Karabıyık, bu yapılanmanın esasen kadın istihdamı için de önemli bir potansiyeli beraberinde getireceğine dair vurgu yaptı. Farklı modeller geliştirilebilir; bu bir öneri…
Ama şu bir gerçek ki, artık buradan dar bir kafayla ne iktisaden ne de insani olarak çıkmamız mümkün değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve kalkınma mucizesinde de kadının olduğunu ve Atatürk’ün bu konudaki tavizsiz tavrının bu ülkeyi yarattığını unutmayalım.
Peki bugün ne mi yaşıyoruz? Onu da İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin iş cinayetlerini ortaya koyduğu ve sadece Şubat ayında 125 kişinin yaşamını yitirdiği rapordan, kadının ölümünü bile yok sayan bir anekdotla aktarayım. Ayrıca dikkatinizi çekerim; 1857’de 129 kadının yaşadığı nedeniyle andığımız bugünde sadece bir aydaki kaybımız ona yakın.
Sözü İSİG raporundaki şu paragrafla bitireyim ve kararı siz verin:
“20 Şubat sabahı 05.00’da, lastik çizmelerini giyip günlük 40 TL yevmiye için yola çıktılar. Servisin devrilmesi sonucu dördü olay yerinde biri hastanede olmak üzere beş kadın tarım işçisi yaşamını yitirdi. Mersin Silifke’deki bu iş cinayetinin üzerinden iki gün geçmesine rağmen işçilerin isimleri basında yer almamıştı. İşçilerin dördünün ismini 22 Şubat’ta yaptığımız araştırmalar sonucu öğrendik: Aslı Gür, Elif Önge, Emine Tardo ve Eşe Açık… Unutturmayacağız…
Şenay Dinç, 33 yaşındaydı. 28 Ocak’ta Tekirdağ Ergene’de kalite kontrol görevlisi olarak çalıştığı tekstil fabrikasında buhar kazanının patlaması sonucu ağır yaralanmış ve Kocaeli Derince’de Yanık Ünitesi’ne sevk edilmişti. 12 Şubat’ta yaşamını yitirdi. Ulusal basın bu iş cinayetine ise ancak 19 Şubat’ta yer verdi…
Bu örnekler sadece Şubat ayına ait ve öğrenebildiklerimiz…”