Türkiye ihracatta rekorlar imza atıyor; döviz, faiz ve enflasyon üçgeninde dengelenen süreçten söz ediliyor ve ilgili bakan, ‘her şey güzel olacak’ mesajını veriyor. Aslına bakarsanız, günlerdir bunu anlatmaya çalışıyorum. Bu sakinleşmeyi fırsata çevirelim.
Fakat görüyorum ki fırsat yaratıp, bir takım gerçeklerle yüzleşmek ve bunları dönüştürecek atılımlar yapmak yerine, ortaya çıkan geçici durumu övünç meselesi yapmak kolaycılığına kaçılıyor.
Mart ayındaki seçime endekslenen bir siyaset yaklaşımı içerisinde, yaklaşan büyük riskleri yine görmezden geliyoruz. Ortaya çıktığında ‘dış güçlerden fırsatçılara’ kadar oluşturulan yelpazenin içinde nasılsa bir yenisini bulur ve herkesi inandırırız değil mi?
İşin hamaset tarafını, hamaset uzmanlarına bırakıp gerçeklere bakalım. 2019’a nasıl bir devirle giriyoruz. Bunlardan birincisi G20 sürecinden ve açıklanan bildiriden de anlaşılacağı üzere korumacılığın artacağı ve rekabetin keskinleşeceği bir dünya pazarını yaşayacağız.
Ä°lginçtir ortada bir Mart söylemi sürüp gidiyor. Mesela Ä°ran ile ilgili yaptırımlara baktığınızda tolerans saÄŸlanan 8 ülkenin süresinin bitiÅŸ zamanı bu… G20 içerisinden çıkan görüşmelere göz attığımızda da Çin ile ABD’nin 90 gün için ticaret savaÅŸlarında ateÅŸkes uygulayacakları açıklaması geliyor.
Mesela Mart ayıyla birlikte neler yaşayacağımızı biliyor muyuz? Seçimlerden bahsetmiyorum. Çünkü dünyada nasıl bir ortamda seçime gideceğimizi bilemiyorum. Zira bahsi geçen sürelerin bitiminden bizim seçimlere kadar neredeyse 30 gün var.
Tüm bu olasılıklar hesaplanamadan konsantrasyonunu içte Mart ayı sonundaki seçimlere devretmiÅŸ bir iktidar ile yine bazı ÅŸeylere hazırlıksız yakalanacağımız çok bariz gözüküyor. Gelelim ihracat meselesine…
Evet Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırdık. Zaten bir önceki aydan 1 dolar fazla ihracat yapınca o rekor kırılıyor. Kırdık kırmasına da sizce de ortada bir gariplik yok mu? Üretim yapısı bakımından ithalata tam bağımlı bir Türkiye, ithalatının yüzde 23,8 ile azaldığı bir ortamda bunu nasıl başardı?
Yine ihracatındaki artışta hammadde satımının dikkat çekici bir biçimde ivme sağlamış olması sağlıklı bir durum mu? Üretim yapımızı değiştirmediğimize, tüketici enflasyonu yüzde 25 iken, üreticinin yüzde 45, yurtdışı üreticinin yani ihracatının enflasyonu yüzde 75 artış içindeyken bunu yapmanın sırrı ne?
Muhtemelen büyük ölçüde birincil ürün sattık. Yani madeni maden olarak çıkarıp yolladık. İkinci olarak 2017 yılının büyümesine damgasını vuran stoktaki mallardan satıyoruz. Peki yeniden üretmeye kalktığımızda şimdiden öngörülmüş bir formül var mı?
Yetmedi önümüzdeki süreçte bir de asgari ücret tartışması var. Alanlar açısından zaten tartışmaya gerek olmayan ve yerlerde sürünen oranlar, yeni bir zam dalgasıyla birlikte, vergi ve primlerle üreticinin maliyetlerinin daha da tahammül edilemez noktada olacağını göstermiyor mu?
Tüm bunları alt alta koyduğumuzda işsizlik birinci sıraya yükseliyor. Gelen enerji ve işçilik maliyetleriyle, üreticinin enflasyonundaki makasın açılacağını, bunun fiyatlara yansıyacağını, ödemelerdeki güçlükle birlikte işsizlik artıp, iç piyasa daralırken, enflasyonun, faizin ve doların TL karşısında güçleneceğini anlatmıyor mu?
Peki hamaset yapmak yerine, bu nispeten dinginlik ortamında bunlara yönelik çözümleri konuşmak gerekmiyor mu? Elbette gerekmiyor. Çünkü dedim ya konsantrasyon yerel seçimleri atlatmak. O zaman da insan kendi kendine yine aynı şeyi soruyor: Kim kimin için var?
Siyaset mi bizim için, biz mi siyasetçi için?