Son 10 ayda resmi kayıtlara, yani İŞKUR verilerine göre 1 milyon 161 bin 604 kişi işini kaybetti. Gerçeğin bunun çok üzerinde oranlarda olduğunun farkındayım. Ama resmi rakamı bilhassa yuvarlamadım. Çünkü işini her kaybeden birey, bir aileyi temsil ediyor.
İşsiz kalmak, rakamı yuvarlanacak bir istatistik değildir. Çocuğunun ihtiyaçlarını karşılayamamaktır. Evine ekmek götürememektir. Ailesinin yüzüne bakamamaktır. Parçalanan aileler demektir. Ne yazık ki kötü bir haberim daha var. Önümüzdeki dönem işsiz insan sayısı daha da artacak ve işsizlik, 2019 yılının bir numaralı gündem maddesi olacak.
Dünya ve Türkiye ekonomisindeki gelişmeler bize bunu anlatıyor. Bu olumsuzluklar yetmiyormuş gibi bir konkordato fırtınası esiyor. Her batan yüzlerce işletmeyi daha olumsuzluklarına ortak ediyor. Kötü niyetliler var mı; elbette var. Ama her şey yolunda olsa, inanın kötü niyetliler bile bunu yapmaz.
Belki bu da engellenir; fakat sorun ortadan kalkmaz. Bugün konkordato gerçeği, iflas ertelemeyi KHK ile kaldırdığımız için patladı. O zaman da kötü niyetliler vardı. Lakin sorunu görmezden gelerek, sürekli halının altına süpürseniz, gerçek sorunluyu yok sayarsanız, ekonomi kendi gerçeğini hatırlatır.
‘Sıkıntın ne’ diye sormak yerine, üstünü örtmeye, hatta suçlamaya dönmek, ancak problemlerin daha da ağırlaşarak önümüze gelmesine neden olur. Şimdi son olay enflasyona etki eden fiyatlar nedeniyle depolara düzenlenen baskınlar.
Cumhurbaşkanı yekten şunu söyledi: “Patatesleri, soğanı, sebzeyi, meyveyi stokluyorsunuz. Bundan sonra aldığımız ihbarlar nedeniyle tüm bu stokların yapıldığı depoları basacağız. Kimse vatandaşıma, halkıma pahalı ürün yedirme hakkına sahip değildir. Asla taviz yok.”
Şimdi üretici enflasyonu ile tüketici enflasyonu arasında yüzde 20’lik aleyhte fark olan bir dönemde stok yapanın zaten işadamlığını sorgularım. Fakat hayat pahalılığını buna yormak, sorumsuz sorumluluk örneğidir.
Bu iktidar tüm yetkileri istiyor; ama hiçbir konuda sorumluluğu üstlenmiyor. Olumlu çıkarsa kendi hanesine yazıyor; olumsuzluk durumunda birilerine fatura ediyor. Böyle ekonomi yönetmek olmaz. Stok yapmak ile karaborsacılığı dahi ayıramayan bir yaklaşım içerisinde, ihbar üzerine depo basmak ancak şovdur.
Şayet ülkede karaborsacılık yapan varsa ve sen fiyatlar artana kadar buna göz yumduysan, birinci dereceden sorumlusun demektir. Yok hayat pahalılığını gizlemek için üç beş kişinin kellesini alıp, üzerlerine suç yıkmak istiyorsan da, bunun adı sorumsuzluktur.
Aynı şeyi fiyat artışlarında da yaptılar. Esnaf gelen denetçiye kağıdı kalemi verip, ‘yaz maliyetlerimi alt alta, bu da fiyatım, yapabiliyorsan sen yap indirimini’ dedi. Yeri göğü inlettiler denetim yaptıklarına dair; kalıcı sonuç yok.
Çiftçisinden doktoruna, gazetecisinden işadamına, hakkını arayan işçiden eleştiren gençlere kadar sadece tek bir yaklaşımları var. Suçlama… Suçu karşısındakinin üzerine atıp, kendi sorumlu oldukları problemden sıyrılıyorlar. Yıllarca ekonomiyi üretimsizleştirip borca batırdıktan sonra dış güçler demediler mi? Fiyat artışlarında fırsatçılardan bahsetmediler mi?
Daha uç bir örnek vereyim. Bu ülkede Soma faciası oldu; suç ölen insanlara kaldı. Bundan daha açık bir sorumsuz sorumluluk olabilir mi? Üzgünüm ama bu kafa devam ettiği sürece enflasyon da artar; işsizlik de patlar; dolar ve faiz de yükselir; ekonomide de işler içinden çıkılmaz noktaya gelir.
Bu iktidarın mensupları artık devletin kendilerine ait bir şirket olmadığını, sadece zamanı belirli bir süre için memur edildiklerini hatırlamak zorundadır. Zira büyük bir akıl tutulması içinde, kendilerini kaybettiler ve yakında tüm bu olup bitenden vatandaşı dahi suçlayacak noktaya adım adım koşuyorlar.