Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Maliye ve Dönüşüm Ofisi için uluslararası yönetim şirketi McKinsey ile anlaştıklarını açıkladı ve gümbürtü koptu. Elbette herkesin aklına bunun bir arka yol olduğu ve IMF’siz IMF yaratma hedefinin olduğu geldi.
Şüphesiz Bakan Albayrak da bunu kesin bir dille yalanladı. Hatta bunun kötü niyetli bir yakıştırma olduğunu belirtti. Aslında mantık silsilesi içinde baktığınızda Bakan haklıydı. Çünkü McKinsey, IMF’ye karşılık gelmez. Zira ortaya para koyma ehliyeti yok.
Bir kuşak AKP iktidarlarıyla büyüdüğü için bazı noktaları kaçırıyor. Bu iktidardan başka bir yönetim olmadığını sandıkları gibi, ülkede başka hiçbir şey de yaşanmadığı hissindeler. Oysa 2001 krizine gittiğimizdeki McKinsey’in ne olduğu çok açık.
İktidar, kendi Kemal Derviş’ini buldu: McKinsey… Ofis oluşumunda yönetim danışmanlığı alınacak bu şirketin bize maliyeti ne olacak onu henüz bilmiyoruz. Görünmeyen maliyetini ise tahmin edebiliyoruz.
Sayıştay’ın 6 yıl boyunca denetim yapamadığı ülkemde, şimdi uluslararası normlara uygun bir yönetim anlayışına geçtiğimizi, yabancı bir kuruluşun onayına sunacağız. O da diyecek ki: Türkiye gerçekten doğru bir yönetim sergiledi; paraları yağdırın.
Elbette sonuç böyle mi olacak bilmiyorum ama McKinsey anlaşmasına baktığınızda, Bakan’ın söylediği gibi tamamen yetkisiz ise para gelmeyeceği çok açık. Bu işleri biz Kemal Derviş zamanında iyi biliriz.
Önce içeride o kadar uzman, yetkin kişi varken Kemal Derviş getirildi. Neden? Çünkü yurtdışından para bulunması gerekiyordu? Söylenen Derviş’in son derece iyi bir ekonomist olmasıydı. Ne kadar masum değil mi?
Sonrasında Derviş geldi dedi ki: “Bu işler böyle düzelmez. Bunun düzelebilmesi için dediklerimi yapmanız gerekir. Yoksa para göndermeyecekler.” Kabul edildi; yetinilmedi dümenin başına da geçirildi.
Sonuçta o anlık ateşi söndürmek ile meşgul olan Türkiye, bugün gırtlağına kadar borca batmış, kumar ekonomisine teslim olmuş, imtiyazlar dağıtmış, elinde avucundakini babalar gibi satmış sürece sokuldu.
AKP iktidarı da başa gelmesinin ardından bire bir sapmadan bu politikayı uyguladı. Çünkü dünyada parasal genişleme vardı ve gelen para tatlıydı. Hem sanal bir refah yaratıyor; hem de bu refah görüntüsü oya tahvil edilebiliyordu.
Üstelik söylemi de çok iyiydi. ‘Biz geldik, güvenle ülkeye para yağıyor’ deniliyordu. Oysa uzaktan yakından ilgisi yoktu. Dünyadaki parasal genişlemenin de etkisiyle, verilen tavizlerle para buraya geliyor, üretim dışına kayılıyor ve borç parayla ithal mal alır hale döndürülüyorduk.
Dağıtılan imtiyazlar bir yanda, satıp savılanlar öte tarafta, borçlandırılan şirketler ve vatandaş bir başka tarafta. Bugün geldiğimiz noktada, paranın kesilmesiyle boyanın döküldüğü gerçeğiyle tanıştık.
Şimdi yerli, milli adı altında sloganlar atılırken, üretim ekonomisine geçiyoruz nidaları arasında yönetimi McKinsey’e devretmenin sürecini başlatıyoruz. Türkiye’de son derece etkin yönetim şirketleri, uzmanlar, Yeminli Mali Müşavirler, planlamacılar var ama biz ithal akıl alıyoruz. Fotoğraf birebir aynı. Yakında Varlık Fonu’na Gelir İdaresi’ni atarsak kimse şaşırmasın.
Çünkü para getirebilmek adına, iktidarın kendi beyanıdır en büyük güvence bu. Eksi bakiyeyle kurularak dünya iktisat tarihine geçen varlık fonumuz ilk çıktığından beri adın adım ‘Düyun’u Umumiye tehlikesi taşıyor ‘ diye uyarıyorum. Yazık ki süreç kaygımızı gidereceğine destekliyor.
Çok abarttığımı düşününler olabilir. Ben onlara da saygı duyarım. Ama tarihe not düşmekten de vazgeçmem. İktidar, Kemal Derviş’ini buldu ama bu kez istediğimiz gibi para gelmeyecek. Çünkü dünyada para geri çekiliyor. Sağlamasını yapmak için itiraz etmeyin, Derviş sürecini ve sonrasında yaşananları okuyup, bugünle mukayesesini yapın. Bana hak vereceksiniz.