Rahmetli Cumhurbaşkanı Özal eski bir siyasetçi için değerlendirme yaparken şu sözü kullanmıştı. ‘Önce ortaya olmayacak bir hayal atar; sonra dönüp dolaşıp kendi yalanına inanmaya başlar.”
Eski siyasetçi de rahmetli olduğundan, polemik konusu olmaması adına girmiyorum. Merak edenler arşivlerde bulabilirler. Ama bu örnekten yola çıkarak ana konuya dönecek olursak, Türkiye’nin işsizlik meselesine bakış açısı da bu hali aldı.
Son açıklanan işsizlik rakamlarına baktığınızda, işsizlik oranımız yüzde 9,6’ya indi. Üstelik bunda en büyük etkiyi de genç işsizliğin düşmesi yaptı. İstatistiklere göre gençler arasındaki işsizlik yüzde 16,9’a geriledi.
Hem de ne zaman biliyor musunuz? Nisan ayı itibariyle… Yani ortada ne mevsimlik işçi söz konusu ne de turizm faktörü… Zaten aynı veride mevsim etkisinden arındırılmış işsizliğe baktığınızda da artış göze çarpıyor. Orada oran yüzde 10,3… Tek bir ihtimal kalıyor akla yatkın, o da daha önce Türkiye’de iş arayan gençlerin büyük bir bölümünün yurtdışına gitmesi… Yani istatistikten düşmesi…
Şimdi siyasi görüşlerinizi bir tarafa bırakıp elinizi vicdanınıza koyun. Sizce bu gerçek olabilir mi? İş arayan gençlerin yüzde 2,9’u bir ay içerisinde iş bulmuş olabilir mi? Üstelik ne eğitim gören ne de çalışmayan gençlerin oranı yüzde 21,3 iken…
Yani çelişkilerle dolu bir açıklama… Gerçi bu oranların biz gerçek olmadığını biliyoruz. Ama bir rakam oyununun bile kendi içinde mantığı olması gerekir. İş o kadar çığırından çıktı ki, artık mantıksal tutarlılık dahi gözetilmiyor. Ne lazımsa ona uygun bir rakam açıklanıyor.
Kimseyi işsiz saymayacaksınız; iş bulamadığı için iş aramayı bırakanları, ümidini yitirenleri yok sayacaksınız; işe başvurma sürelerini kısacaksınız; istatistiklere yansıması için İŞKUR’a başvuru şartını getireceksiniz ve sonra ortaya çıkan rakamların sağından solundan çekiştirip, ‘sadece bu kadar işsiz var’ diyeceksiniz. Ayıptır…
Oysa bunun sağlamasını yapmak için kamunun açıklama yapmasına da ihtiyacımız yok ki… Sağınıza solunuza bakın. O kadar çok insan işsiz kaldı; o kadar çok kişiden ‘bizim çocuğa bir iş aklında olsun’ uyarısı geliyor ki; iş kaybı nedeniyle o kadar rahatsız edici bir borçları ödemede güçlük yaşanıyor ki TÜİK’e ihtiyacımız yok.
Reel sektörle konuşuyorsunuz bırakın yeni istihdam yaratmayı; elindeki insanları işten çıkarmamak için öyle bir mücadele sergiliyorlar ki, yeni adamı işe almış olmaları bile mucize olur.
Fakat insanın rakamlara kurban edildiği ülkemde, bu gerçekle yüzleşmek artık kimsenin işine gelmiyor. Tüm dünya bir numaralı sorun olarak işsizliği ortaya koyarken, bizde işsizlik azalıyor öyle mi? Hem de sadece büyüyen ama kalkınmayan bir ülkede… Hadi canım sen de…
Bence oldu olacak elinizi korkak alıştırmayın. Yapmışken tam yapın ve çıkın deyin ki: Bizim ülkede bir kişi bile işsiz değil. Nasılsa açıklamaya sizden başka kimse inanmıyor; bari şanınız olsun.
Peki sizce neden bu gerçeği görmüyor olabilirler? O zaman siyasetçi ve partiliyle, sokaktaki adamın durumunu anlatan bir fıkrayla bitirelim sözü:
“Devlet bir gün geniş ve boş bir araziye geceleri göz kulak olacak, 500 TL maaşla bir bekçiyi işe almaya karar verir. İşçi alınır. Fakat bir süre sonra düşünülür; talimatlar olmadan bekçi işini nasıl yapacak?
Bir planlama birimi kurulur ve planlamayı yapmak üzere, 750’şer TL maaşla iki kişi işe alınır. Bir süre sonra, işlerini yapıp yapmadıklarını nasıl kontrol edeceğiz diye düşünülerek, 1000’er TL maaşla iki denetmen işe alınır.
Yine bir süre sonra bunların maaşları hesaplanıp nasıl ödenecek diye tartışılır. Ve 1500 TL maaşla bir mali müşavir, bir kâtip bir de istatistikçi işe alınır. Daha sonra, bunlardan kim sorumlu olacak diye düşünülür. Bunun için de 5 bin TL maaşlı bir müdür ile 3 biner TL maaşlı iki müdür yardımcısı istihdam edilir.
Gün gelir bu ülkede ekonomik kriz çıkar ve devlet giderlerini azaltmak ve bütçe masraflarını kısmak için bekçi işten çıkarılır.”
Velhasıl kelam ‘partizanlık yapmak uğruna, kendi gerçeğinize yabancılaşarak kimi alkışladığınıza dikkat edin’ derim.