Türkiye’nin belki de en önemli sektörlerinden birinden bahsediyoruz. Tarım sadece dünün değil, zannedildiğinin aksine yarının da en kritik ve katma değerli alanlarından biri olacak. Ne yazık ki yıllar içinde yapılan hatalar, Türkiye’yi bu konuda ithalatçı konuma getirdi.
Geçtiğimiz günlerde bir televizyon kanalında, görüşlerine de değer verdiğim bir uzman, Mete Yarar saman ithal edilmesi meselesini küçümsedi. Askeri konularda son derece yararlandığım bu uzmanın, alanının dışındaki konularda, mesela ekonomide fikir beyan ederken dikkatli olması gerekir.
Benim de askeri konularda fikrim var. Fakat konu bana sorulduğunda ‘uzmanlık alanım dışı’ diyebiliyorum. Fikrim olması başka, yorum yapacak bilgiye sahip olmak başka mesele… Aynı basireti kendisinden de beklerim.
Çünkü saman ithalatı sadece rakamsal bir olay değil, simgesel bir bakış açısının tezahürüdür. Ülkemin askeri silahlar veya araçlar yapmasıyla gurur duyuyorum. Lakin bu birini yaparken diğerinden vazgeçmek anlamına gelmiyor. Bu kulaktan dolma ve kağıt üzerinde bir kazanç yaklaşımının tezahürüdür.
Oysa tarım 2010 yılında ANUGA Fuarı’ndaki konferansta geleceğin en stratejik ve katma değerli sektörü olarak ilan edildi. Bununla da yetinilmedi zaman zaman siyaset bilimciler ‘gelecekte tarımı yöneten dünyayı yönetir’ ifadeleriyle konunun önemini koydu. Bu nedenle herkesin sınırları içerisinde kalıp bilgi sahibi olmadan, kaş yapayım derken göz çıkarmaması önemli.
Neyse ki şimdi tarım sanayi bölgeleriyle ilgili bir projenin ipuçları gözükmeye başladı. Yeni Tarım Bakanı Pakdemirli, İzmir’de bu konuda açıklamalarda bulundu. Ne kadar gerçekleştirecek göreceğiz. Ama bu vesile çözüm önerisi olması babında yine 2009 yılında yazdığım yazı dizisine dönerek o bölümü paylaşmakta yarar görüyorum.
Adnan Kahveci’nin eski Bakan Danışmanı Erdoğan Kutlu’nun önderliğinde, dahil olmaktan onur duyduğum bir ekip çalışması olan Ekonomik Kurtuluş Savaşı Projesi isimli 10 günlük yazı dizimin, sekizinci gününde Milli Tarım başlığını açmış ve çözüm önerisini içeren şu satırları yazmıştım:
“…Projenin detaylarına geçmeden önce sorunun temeline bakmamız gerekiyor. Yani nerede hata yaptık? Bunun önemli bir ayağında göç var. Köyden kente göç nedeniyle köyler boşaldı, terör nedeniyle de boşaltıldı. Köy Enstitüleri kapatıldı. Köylerin üretim ve pazarlama amaçlı kooperatif kurmaları, birlikler oluşturmaları teşvik edilmedi.
Modern tarım ve hayvancılık işletmelerinin kurulması desteklenmedi. Köylerin her türlü altyapı sorunları halledilerek modern, çağdaş ve sağlıklı bir yaşam merkezi olmaları sağlanamadı. Köyler üretim, pazarlama ve turizm amaçlı ‘ihtisas köyleri’ haline dönüştürülemedi.
Göçle birlikte düşük ücretle ve zor şartlarda gecekondularda yaşam tercih edildi. Aile yapıları bozuldu ve kültürel erozyon başladı. Kentlerde altyapı sorunları büyük maliyetler getirdi. Köyler üretim, kentler tüketim merkezi olarak planlanamadı ve köyler boşalırken, kentler doldu. Sonuçta köylerde de, kentlerde de işsizlik ve yoksulluk başladı.
Köylerde: Altyapı yetersizliği, arıtma sistemlerinin olmaması, kullanılan zirai ilaçlar ve suni gübrelerin yağmur sularıyla yer altı sularına karışması sonucu; üretilen tarım ürünlerinin, hayvansal mamullerin, sebze ve meyvelerin kullanılmasıyla;
Kentlerde: Altyapı yetersizliği, arıtma sistemlerinin yetersizliği, kullanılan gıda maddeleri ile içeceklerin yüksek oranda katkı maddeleri içermesi sonucunda kolalı içeceklerin, fast food tipi yiyeceklerin, yemeklik ve kahvaltılık yağların, hazır çorbaların, yemeklerin, tatlılıların kullanılması neticesinde toplum olarak kanserojen maddeler içeren mamulleri tükettiğimiz için sağlıksız bir toplum haline geldik. Sonuçta da hem tarımımızı kaybettik, hem sağlığımızı, hem de milyarlarca dolarlık ilaç ithal ederek paramızı yitirir hale dönüştük. Peki çözüm ne? İşte Ekonomik Kurtuluş Savaşı Projesi’nin Milli Tarım çözümü:
Öncelikle köylerimizin modern köyler haline getirilebilmesi için 300 adet ihtisas köyü kurulmalı. Bu köylerin üretim, pazarlama ve turizm amaçlı kooperatif kurmaları teşvik edilmelidir. Kurulacak bu köy kooperatiflerinin bir araya gelerek Köy Koop. Birlikleri kurmaları teşvik edilmelidir.
Köy Koop. Birlikleri’ne ait, devlet karayolları üzerinde, imal ettikleri ürünleri sergileyebilecekleri ve pazarlayacakları ihtisas köyleri kurulmalıdır. Bu projenin Atatürk’ün hedefleri arasında olduğu da, hatta çiziminin de yapıldığı görülüyor.
İhtisas köyleri için belirlenecek yerlerin kamu tarafından tahsis edilmesi ve içinde; Köy Enstitüleri benzeri yatılı ziraat meslek liselerinin bulunması, kültür ve sanat merkezlerinin olması, sağlık merkezlerinin yer alması, dinlenme tesisine ve akaryakıt istasyonlarına sahip olmaları sağlanmalıdır. İhtisas Köyleri yapılanması için en güzel örnek olarak günümüzde Polenezköy ve Beyşehir Huğlu Beldesi verilebilir. Bu iki beldede de karakolun olmadığına dikkatinizi çekmek isterim.
Tarımda ikinci adımı ise modern tarım ve hayvancılığa dayalı sanayilerin kurulması oluşturuyor. Köy Kooperatifleri Birliği tarafından 150 tane modern ve organik tarıma dayalı sanayi, 150 tane de modern ve organik hayvancılığa dayalı sanayi kurulacak. Bunların kurulması teşvik edilirken, bu amaçla belirlenecek yerler kamu tarafından birliklere tahsis edilecek. Elbette bu aşamada kooperatif ve birlik yasalarının yenilenmesi gerekiyor. Almanya’daki Ulusal Tarım Birliği DGRV örnek olarak incelenebilir.
Almanya’daki Raiffeisen Tarım Birliği’nin 560 bin üyesi var. Süt ve süt ürünleri imalatı yapıyor. Kendi bankasına sahip (Raiffeisen Bank). Kendi eğitim merkezleri bulunuyor ve üyelerine eğitim ve sertifika veriyor. Kendilerine ait dış ticaret şirketleri var. Yani ihracatı kendi gerçekleştiriyor ve en önemli yine kendine ait dış temsilcilikleri mevcut.
Sistemin bir üçüncü ayağını da organize modern tarım ve hayvancılık bölgeleri oluşturuyor. Tarım ve hayvancılık için ayrı ayrı kurulacak bölgelerdeki imalatlar, üretici birliklerine ait uluslararası pazarlama ve dış ticaret şirketlerinin kurulmasıyla satılacak.
Tarım bölgelerinde; arazilerin birleştirilerek belli büyüklüklere ulaşılmasının teşvik edilmesi gerekiyor. Farklı büyüklük dilimleri arasındaki araziler için özel teşvikler hazırlanacak. Modern tarım, modern meyvecilik ve modern sebzecilik usullerinin uygulanacağı, uluslararası standartlarda mamullerin imal edileceği organize tarım bölgeleri oluşturulacak.
Hayvancılıkta da büyükbaş hayvanların bir araya getirilerek modern tesislerde hayvancılık yapılmasının, uluslararası standartlara uygun üretimlerin teşvik edilmesi gerekiyor. Yine kooperatif birlikleri aracılığıyla balık sahalarının envanterinin çıkarılması, balıkçılık politikası uygulanması, üretim çiftliklerinin yine kooperatifler aracılığıyla işletilip, satışının gerçekleştirilmesi temin edilecek. Ayrıca ürünlerin soğuk muhafaza ve taşımacılık zincirleri ile pazara ulaşımını sağlayacak sistemlerin de kurulması sağlanacak.
Bunlar için gerekli kaynak ise insan kaynakları açısından bakıldığında üniversitelerimiz ve meslek liselerimizden, mali kaynak adına da Ziraat Bankası üzerinden aktarılacak.
Proje çerçevesinde miras yoluyla arazilerin sürekli küçüldüğü ve üretimin düştüğünden hareketle Miras Hukuku’nun yenilenmesi gerekiyor. Ayrıca hisseli tapulara bankalar ipotek koyamadığı için kredi veremiyor. Tarım Bakanlığı da tüm arazide ekim yapılmadığı için teşvik primi veremiyor.
Sonuçta üretici birlikleri ile ilgili yasanın yenilenmesi ve siyaset dışı olacak biçimde yeniden hazırlanması ihtiyacı da gündemde bulunuyor…”
Yani sözün özü tarım stratejik bir alandır. Bu aktarılan sadece bir çözüm önerisi… Bunu geliştirmek, eleştirmek ve eksikliklerini tamamlamak mümkün. Başka çözüm önerileri geliştirmek de olası.
Ama tek yapmamamız gereken tarıma modası geçmiş bir sektör olarak davranmak. Çünkü bunu yaparsanız, dünyanın en gelişmiş silahları bile sizi koruyamaz. Hem de müdahalelerin dronla yapıldığı, klasik orduların ağırlığını siber ordulara bıraktığı bir çağda.