Kısa dönemdeki amacımız cari açığın bir kriz yaratacak biçimde artmasını önlemek gibi görünüyor. Buna karşılık çözümün süreklilik kazanabilmesi için uzun dönemde cari açığa dayalı büyüme modelini değiştirmekten başka çare yok. Bu durumda konu kısa dönemde para ve maliye politikası arasına sıkışsa da uzun dönemli çözüm için yapısal dönüşüm uygulamalarının devreye sokulması gerekiyor. Aksi takdirde cari açığı bu yıl düşürsek bile gelecek yıl yine aynı sorunla karşılaşmamız kaçınılmaz olacak. Cari açığa dayalı modeli değiştirmek için düşünülebilecek yöntemlerden birisi de rekabet gücümüzün yüksek olduğu sektörlerde ithal ikamesi politikası uygulamak olabilir. İthal ikamesi politikası bütün sanayiyi korumaya yönelik olabileceği gibi bazı öncelikli sektörleri geliştirmek için kısmi bir uygulama biçiminde de yürütülebilir.
Türkiye nasıl sanayileşti?
Lozan Antlaşması, Türkiye’nin, dışa açık, liberal bir ekonomi politikası izlemesini öngörmüştü.
‘1930 Büyük Bunalımı’, dünyayı bambaşka bir yöne itip de kimse başkalarıyla uğraşmaya zaman bulamayınca Türkiye, Lozan Antlaşması’nın öngörüsünü bir yana koyarak, ithal ikamesine dayalı bir sanayileşme modelini uygulamaya girişti.
Düne kadar ithal ikamesi uygulamasını savunmak neredeyse alay konusu oluyordu. Dün geçerli olan koşullarla önceki güne baktığımızda farklı, bugün geçerli olan koşullarla düne baktığımızda farklı şeyler görüyoruz. İthal ikamesi politikası bugünkü Türk sanayiinin temellerini atmış olan modeldir. Her dönemin koşulları farklı, politikaları da ona göre farklıdır. Başka bir dönemin koşullarıyla başka bir dönemi yargılarsak yanılgıya düşeriz. Çinliler diyor ki “Ağ atmanın zamanı ayrı, ağı kurutmanın zamanı ayrıdır.”
Bir ülke küresel sistemin üyesiyse normal koşullarda ithal ikamesi modelini kolaylıkla uygulayamaz. Dünya Ticaret Örgütü, Avrupa Birliği, ticaret ilişkisinde olunan ülkeler o ülkenin karşısına dikilir. Bu amaçla bir ülke gümrük vergilerini arttırırsa öteki ülkeler o ülkenin mallarını almamaya başlar. Buna karşılık yaygın kriz koşulları geçerliyse -tıpkı ‘1930 Büyük Bunalımı’nda olduğu gibi- herkes kendi derdine düştüğü için bu tür denetimler zayıflar. Bu durumda o şaşkınlıktan yararlanılıp kısmi ithal ikamesi uygulansa pek fazla gürültü çıkmaz.
Fırsat varken model değiştirilebilir
Türkiye’nin büyümesi ve ihracatı büyük ölçüde ithalata dayanıyor. O nedenle Türkiye, ihracatından daha fazlasını ithal ediyor. Çünkü bunun bir bölümünü ihracatta kullansa da bir bölümünü iç tüketimde kullanıyor. O nedenle de Türkiye büyürken cari açığı da hızla büyüyor. Eğer biz bu olayı en baştan ciddiye alsaydık, ekonominin toparlandığı ve buna karşılık dış dünyanın krize girdiği yıllarda bazı sanayi sektörleri için ithal ikamesini ve sanayinin geneli için de kur politikasını devreye sokardık.
Herkes kendi derdiyle uğraştığı için kimse de bir şey diyemez ve biz de ithalata aşırı bağımlılığımızı biraz olsun düşürürdük.
Kriz yaratan unsurları içinde barındırsa da rekabete dayalı, dışa açık piyasa ekonomisi modelinin doğru model olduğu kanısındayım. Ama eğer 2023’e kadar hem hızlı büyüyecek hem de cari açığı denetim altında tutacaksak daha fazla katma değer yaratacak bir büyüme modeli uygulamamız gerekiyor.
Cari açığa dayalı büyüme modeli bizi daha fazla taşıyamayacağına göre dünya kriz derdiyle uğraşırken, kısmi ithal ikamesine dayalı bir büyüme modelini uygulamak doğru bir yaklaşım olabilir.
Çin, yıllardır kur politikasını bu amaçla kullanıyor.
Evet, ancak artık devletler mal ihracından ziyade para ihraç edip mal ithal etmeyi esas aldılar. ahhhh, yaşlılığım için üzülüyorum