Türkiye seçimlerden çıktı; şimdi yeni kabinenin hangi isimlerden oluşacağı konuşuluyor. Aslına bakarsanız en çok merak edilenlerin başında da ekonomi yönetimi geliyor. Çünkü bu isimler, bundan sonraki yaklaşımlar hakkında bilgi verir izlenimi var.
Fakat gerek seçim öncesinde, gerekse de ilk ‘üretim ekonomisi’ söyleminin dile getirildiği günden beri, yapılanlarla söylenenleri mukayese ettiğinizde ortaya çıkan sonuç şu: Halen sıcak para peşinde koşuyorlar. Yani değişen bir bakış açısı yok.
Bunun en son göstergesini İngiltere ziyaretinde yaşananların ardından, apar topar Şimşek ve Çetinkaya’nın Londra’ya gitmesinde ve ardından Merkez Bankası’nın faiz arttırmasında gördük.
Peki bundan sonra bir değişiklik olacak mı? Niyet okumayı bir kenara bırakıp, iktidarın en yetkin isimlerinden biri olan ve halen görevdeki Başbakan Binali Yıldırım’ın Türkiye İhracatçılar Meclisi’nde söylediklerine göz atalım.
Başbakan, yeni hükümetin de önceki hükümetler gibi aynı çizgide devam edeceğini birinci ağızdan açıkladı. Dedi ki ‘borçlanarak büyümeye devam edeceğiz.” Bunun için de tezi, açığı olan bir ülke olarak buna mecbur olduğumuz.
Türkiye’nin finansman sorunu var. 16 yıl boyunca borca batırılan vatandaş ve reel sektör gerçeği var. Kamu hizmetlerinde iş garantili verilen hatalı anlaşmalar nedeniyle para ihtiyacımız da var.
Bunları kabul ediyorsak; zaten ortada bir kalkınma değil, istatistiksel bilgiden başka bir işe yaramayan ve sadece finans piyasalarını memnun eden bir büyüme (!) olduğunu da kabul etmek gerekir.
Ülkenin borçlanma ihtiyacının ben de farkındayım. Bir süre daha bu süreci finansman sağlayarak yürütmek zorundayız. Lakin, eğer seviyeniz borcu kapatmak için bir model geliştirmek değil de, borçlanarak büyümekse bu kavram apayrı noktalara düşüyor.
Anlaşılan o ki, yeni dönemde de kapı kapı para arayan, bununla ilgili icraata girişirken de üreticinin canına okumaya devam eden, dış ticaret açığını malla yetinmeyen, dün olduğu gibi borç parayla da patlatan yapı devam edecek.
Fakat şimdiden uyarayım. Biri 2 binli yıllarda olmadığımızı, artık sıcak paranın serseri mayın gibi dolaşmadığını, paranın çok maliyetli hale geldiğini ve dünyada korumacılık rüzgarlarının pazar daralmasını da arkasına alarak estiğini Sayın Yıldırım’a söylesin.
El parasıyla rakam elde etmek, sorunları gelecek kuşaklara aktarmak kolaydı. Sonuç, gırtlağına kadar borçlu ve acil her yıl 200 milyar doların üzerinde para bulması gereken bir ekonomi yaratıldı.
Şimdi para da kıt, pazar da daralıyor. Daha kötüsü üretim yapabilmek için dolar bulup, ara malı ve hammadde ithal etme zorunluluğumuz bulunuyor. Yetmedi; enflasyondan faize, dolardan işsizliğe kadar tüm göstergeler hızla yukarıya doğru ilerliyor.
Yani birincisi borçlanarak büyümek, büyümek değildir. Bugüne kadar gelen paraları doğru işlere yatırsaydık, onun da adı borç değil finansman olurdu. Ama tüketim ekonomisini besleyerek, el parasıyla elin malını iç pazarda satıp, bundan dolaylı vergi toplamak daha kolay geldi.
O yüzden gelen paranın adı borç oldu. Anlaşılan o ki, gelecek para yok ya, bulunsa bile bunu yine finansman değil, borç yapacaklar. Sonra da şişmeyi büyüme diye yutturacaklar. Yılların itirafına mı bakayım, kaçan fırsata mı yanayım, gelecek adına değişmeyen kafaya mı üzüleyim?
Sözün özü şu: Herkes yeni hükümetten yeni bir yol haritası beklerken, ekonomide yeni model de eski çıktı. Ne demiş Albert Einstein? “Yüzleşmeyi reddettiğiniz şeyi değiştiremezsiniz.”